BU YAZININ AMACI;  aşağıda sıralanan gelişmelerle ilgili KOŞULLARIN; ZAMANA YAYILARAK nasıl oluşturulduğunu anlatmak, gelecekte nasıl bir Türkiye GÖREBİLİRİZLE ilgili yakın tarihten örnekler vererek UFUK TURU yapmak, yaşanan hiçbir gelişme veya olayın TESADÜF OLMADIĞINI fark ettirmektir.

  1. Türkiye;  ABD’nin isteklerine boyun eğip Afganistan’a MUHARİP SINIF asker gönderseydi, SİLİVRİ DAVALARI dememiz gereken fakat bilinçaltımıza göndermeler yapmak için ERGENEKON adı verilen süreç yaşanmazdı ( Ergenekon; Türk’ün DİRİLİŞİ idi. Özellikle bu ad seçilerek dirilmiştiniz şimdi sırada YOK OLMA var demek istiyor birileri).
  2. ‘’ Mart Tezkeresi, 01 Mart 2003 tarihinde ABD’ye rağmen GEÇMEDİ. Geçseydi; ABD, TERÖR ÖRGÜTÜNÜ Çekiç Güç kanalı ile besle(ye)mezdi.  Bu konuda;  ABD’de, Türkiye’de karşılıklı birbirlerine verdikleri sözleri yerine getirmemişlerdir. Örnek; ABD önceleri Türkiye’nin Irak’ın 65 (altmış beş) km. içerisine girmesini kabul etmiş sonra vazgeçmiştir. Türkiye, ABD’nin istediği ‘’TEZKEREYİ’’ TBMM’den geçireceği sözü vermişti. Ancak TBMM’de geçmedi ( İKİ TARAFTA KENDİNE GÖRE HAKLI GEREKÇELER GÖSTEREBİLİRLER).
  3. DÜN; 1838- Balta Limanı Ticaret Antlaşması, bugün; 01 Ocak 1996- Gümrük Birliği’ne girildi.

DÜN; 1839- Tanzimat Fermanı, bugün; 22 Haziran 1993- Kopenhag Kriterleri.

DÜN; 1856- Islahat Fermanı, bugün;  11 Kasım 2002- Annan Planı.

  1. ABD, İran’la mutlaka savaşacaktır. Şu anda gerçekleşmemişse bunun nedeni koşulların HENÜZ oluşmamış olmasındandır. Mesela,  bütçesi bu yıl için bir trilyon iki yüz milyar dolardır. Ve altı yüz milyar doları askeri harcamalar için ayrılmıştır.( Hasan Köni; TRT-1,SAAT: 13.34, 09.05.2010). Bu para İran’la yapılacak savaş için yetersizdir,  Türkiye’nin desteğini ALAMAMIŞTIR,  Almanya ve Rusya Federasyonu ile Çin,  ABD’nin yanında DEĞİLDİR. Ayrıca İran’la savaşmak Irak’la savaşmaya benzemez. Saddam Hüseyin’i vaktinde KENDİSİ GETİRMİŞTİ iktidara ve kullanılmaya müsaitti. Ya İran halkı?

Böyle bir savaş olmaz diyenlere hatırlatma; 1990 yılında ABD, Irak’a saldırı planları yaparken kimse CİDDİYE ALMAMIŞTI. 2010’daki Irak’a bakın. Bizim için öncelikli önem Türkiye olduğuna göre ‘’ Türkiye ne yapıyor ‘’ ona bakalım. Ahmet Davutoğlu’nun şahsında  ( Bana göre A. Davutoğlu çok başarılıdır) Türkiye bu konuda isabetli bir siyaset uyguluyor ve SONUNA KADAR DİPLOMASİ demekte. Çünkü,  çok istediği halde Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı’nda nasıl TARAFSIZ KALAMAMIŞSA,  Türkiye;  2. Dünya Savaşı’nın sonlarında Sovyet tehdidi nedeniyle ABD ve İngiltere  tarafında yer almak zorunda kalmışsa; şimdi de olası bir İran – ABD savaşında TARAFSIZ KALAMAZ. Fakat hangi tarafta olacak? İki seçenekte  ÇIKARLARINA AYKIRI.  Kötünün iyisini seçmeyi de istemez.   ABD’nin Türkiye’yi – bu konuda – hazırlamaya çalıştığı görülmekte. Nasıl mı? Ergenekon ( doğru ifade ile Silivri Davaları ) ile. Ne demek istediğimizi ilerleyen sayfalarda daha kolay açıklıyoruz. Şu kadarını söyleyelim; ABD muhtemel bir İran savaşında neredeyse İTAATE YAKIN bir Türkiye istemekte, Mart Tezkeresi gibi bir YOL KAZASI olasılığını sıfırlamaya çalışmaktadır.

  1. Türkiye’nin önüne 15-20 yıl içinde DÖRT konu getirilecektir:

AB ve ABD’nin destekleri ile Türkiye’ye bağlı Kürdistan ( belki özerk ).

Tıpkı Papa’lık gibi bir yapıya sahip olarak HALİFELİĞİN – bir Türk getirilerek-  YENİDEN  OLUŞTURULMASI.

Fener Rum Patriğine EKÜMENLİK VERİLMESİ.

Devlet yönetiminde, üniter yapı yerine YENİ OSMANLICILIK ANLAYIŞININ BENİMSENMESİ.

  1. Her ülkenin DERİN DEVLETİ vardır ve olmalıdır zaten. Siz, ABD’yi Hüseyin Barak Obama’nın, İngiltere’yi Kraliçe’nin, Almanya’yı Merkel’in, Fransa’yı Sarkozy’nin yönettiğini  mi zannediyorsunuz? Elbette Türkiye’nin de derin devleti olmalıdır. O zaman bu konuda ‘’ bazı köşelerde’’ kopartılan fırtınaların nedeni nedir? Onlar ‘’ kiralık kalemler’’dir;  ‘’yaz!‘’dediler, onlarda yazıyor.
  2. ABD ve AB’nin Silivri Davaları ile (birilerinin ifadesi ile Ergenekon)  hedefi; Kuzey Atlantik Organizasyonu’ndan uzaklaşan KATIKSIZ KEMALİST yani Ulusalcı ve laik GENERALLERİN TASFİYESİdir. Çünkü Onlar  ‘’ Türkiye’ye çizilen ‘’ rotadan ayrılmışlardır. Şu anda evrensel politika KÜRESELLEŞME, MİKRO BOYUTTA ( Türkiye’de de çok sık konuşulduğu gibi) ILIMLI İSLAM’DIR  ( ılımlı Yahudilik, ılımlı Hıristiyanlık, ılımlı Budizm diye bir şey duydunuz mu hiç? Sizce niçin birileri Ilımlı İslam diyor?).  Komutanlar; ulusçu ve laik.  Yani, Türkiye’ye verilen role karşı çıkıyorlar. Dikkat edin, devam eden bir davada yayın yapmak yasak olduğu halde bütün bilgi ve belgeler havalarda uçuşuyor. Bu bilgiler kimler tarafından servis ediliyor? Adalet Bakanlığı niçin engelleyemiyor ya da şöyle diyelim,  belge ve bilgileri basına sızdıran KÖSTEBEKLERİ Mİ BULAMIYOR?

Amaç;  ÇİZİLEN ROTAYA Türkiye’nin yeniden uymasını sağlamak bu arada gözdağı verilerek ‘’gelecekteki ‘’ generallere de mesaj göndermektir.

ARTIK KONUMUZA GEÇEBİLİRİZ

Milli Eğitim Bakanlığı’nda ‘’ MİLLİ EĞİTİMİ GELİŞTİRME’’ adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 ( altmış ) personeli olan bu komisyonda ÇALIŞANLARIN ÜÇTE İKİSİ AMERİKALIYDI. Komisyonun başında L. COOK isimli bir Amerikalı bulunuyordu. L. Cook’tan ayrı olarak ismi HAWARD REED, ünvanı ‘’ Milli Eğitim Bakanlığı Bağımsız BAŞDANIŞMANI’’ ( ne demekse) olan, bir başka  ‘’etkin’’ Amerikalı daha vardı. (Metin AYDOĞAN;  Bitmeyen Oyun, s. 98, İst.  2002)

Artık ‘’ milli eğitimimiz’’ ne millidir, ne de eğitim. ALTMIŞ TANE YABANCI DANIŞMAN; imlanızı değiştirin, inceltme işaretini kaldırın, heceleyerek okumayı öğrenme yerine kelimeleri bütün olarak ezberleyin (ki ilerde İngilizcelerini de daha kolay ezberlersiniz ve bir gerçek vardır, insan hangi dille konuşursa o kültürle düşünür,  yaşar) diyerek sözüm ona danışmanlık yapıyorlar.  27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan antlaşma ile eğitimimiz Amerika’ya teslim edildiğinden beri,  yetkililerimiz iyice ‘’ KÜRESEL OLMUŞLARDIR.’’ Aslında küreselcilerin kuyruğundaki ‘’Muhipler’’ takımına  (1919’da, ABD mandasını savunan Wilson İlkelerini Yaşatma Cemiyeti vardı, bir de İngiliz mandasını savunan İngiliz Muhipleri Cemiyeti  (İngiltere’yi Sevenler Derneği)  bulunuyordu. ‘’Muhipler’’ sözcüğünü kullanınca aklıma geliverdi ‘’ nedense?’’ )  ŞUNU DEMELİYİZ; ‘’Bakın, çokta küreselleşmeyin,  farkında olmadan ‘’ top gibi’’ olursunuz.  Biri gelir, BİR TEKME ATAR, YUVARLANIR GİDERSİNİZ.

Türkiye’de artık eğitim sıfırlanmıştır, yabancı danışmanlar yoluyla. Herkes sanıyor ki, o bakan geldi, başörtüsü ile uğraştı, öbürü aslında Tarzanca olan İngilizce öğretimi ile uğraştı (şu andaki yöntemle üniversitelerimizde bile adam gibi İngilizce öğretilemezken), birisi geldi, Liselere giriş üç basamaklı sınavla olacak dedi, diğeri böyle olmuyor, kaldırın bunu dedi, birisi, ÇOCUKLARIN BÜYÜK FAYDA GÖRDÜĞÜ okullardaki hafta sonu kurslarının önünü kesmek için (tamamen dershanelerin çıkarına bir uygulama ve dershane parası bulamayanlar ne yapacaklar NEDENSE(!) DÜŞÜNÜLMÜYOR )) kurs ücretlerini vicdansızca indirip öğretmenlerin kurs açmamasını sağladı, üniversite sınavları KATSAYI MEYDAN SAVAŞI sınavdan birkaç gün önce bitirilebilindi. Oysa bir bakanın bütün bu işlerden anlaması NORMAL OLARAK mümkün değil elbette. Ayrıca ortalama üç yılda bir bakan değişiyor. Biz neye bakmalıyız biliyor musunuz? DEĞİŞMEZLERE. Kimler HİÇ DEĞİŞMİYOR? Yabancı danışmanlar. Şimdi ANLATABİLDİM Mİ Türk eğitim sistemi niçin sürekli yap-boz tahtası oluyor, kimler bu kadar oynuyor eğitimle? Önceleri yabancı danışmanların ücretlerini ABD öderdi, şimdi BİZ ÖDÜYORUZ.  Vaktinde ABD, Meksika’ya eğitim konusunda YARDIM TEKLİF EDİNCE Meksikalılar hemen reddettiler. ( Oktay SİNANOĞLU; Ne Yapmalı,  s. 134-135, İst. 2003)

  1. yüzyıl bittiğinde; Çin kendini sömürgecilerden kurtardı ama Avrasya, Türkiye, İran, Irak, Afrika hala çatışma alanlarıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra (1990) Batı buraya yöneldi.  Fakat Ruslar çabuk toparlanınca ‘’durmak’’ zorunda kaldılar. Rusya Federasyonu bugün ‘’Çarlığa geri dönmüştür’’. Atatürk ve TİTO dönemlerinde de Balkanlara yaklaşamamışlardı fakat bunların ölümünden sonrasına bakın, Balkanlar cadı kazanı.  Türkiye’de artık l938 Türkiye’si değil. Ülkemizde bugün oynanan oyunla,  1839’dan yıkılışına kadar geçen sürede Osmanlıyla oynanan oyun arasında fark yok. Sadece oyunculara bir ilave oldu; ALMANYA.

ABD Başkanı Bill CLİNTON, Ekim 1999’daki Amerika ziyareti sırasında Başbakan Bülent Ecevit’e şunları söyledi; ‘’ 20. Yüzyılın ilk elli yılı Osmanlının mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21. Yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye’nin alacağı doğrultuyla geçecektir. (Türkiye’de ulusalcılık güçlenmesin, TSK’nın halk önündeki itibarı sarsılsın, sürekli sorunlar çıkartılarak kalkınma hızı yavaşlatılsın, kendi- kendine asla yetemesin niçin isteniyor anlaşılıyor değil mi?) Türkiye modelinin; hem İslam dünyası, Hem bulunduğu bölge, hem de Avrupa için çok büyük etkileri olacaktır.’’ Başkan Clinton benzer görüşlerini bir ay sonra tekrarladı. BERLİN DUVAR’NIN YIKILIŞININ 10. YILDÖNÜMÜNDE Georgetown Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: ‘’ Önümüzdeki yüzyılın, büyük ölçüde, Türkiye’nin bugünkü ve yarınki rolünü nasıl tanımlayacağına bağlı olarak şekilleneceğini umuyorum.’’ (Ali SİRMEN: ‘’Clinton’u Nasıl Okumalı?’’, Cumhuriyet, 11.11. 1999)

Bu sözler; Batılı devletlerin, Ortadoğu ve Türkiye’ye yönelik YÜZ YILDIR DEĞİŞMEYEN POLİTİK TERCİHLERİNİN DEĞİŞMEYEN İFADELERİDİR. ‘’Türkiye’nin alacağı doğrultu’’  Batı için gerçekten önemlidir. Bu önemin temelinde; KÜRESELLEŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN tüm dünyaya yönelik kaygılar vardır. Bu kaygılar EMPERYALİST  (sömürgeci yani küreselci) devletlerin yerleşik devlet politikası haline gelmiştir. Mart 2001’de; ABD Dış İşleri Bakanlığı, CİA ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC) tarafından ortak hazırlanan raporda Türkiye ile ilgili şöyle deniyordu: Türkiye’deki her türlü gelişme, global oluşumları direk etkileyecektir. 2015’e kadar İÇ İSTİKRARI ve JEOPOLİTİK KONUMUNDAKİ GELİŞMELER; Bölge, Batı ve ABD çıkarları üzerinde büyük etki yapacaktır.’’  (Metin AYDOĞAN; a.g.e., s. 81  ve ‘’ABD-Batı’nın Geleceği Türkiye’nin Elinde’’, Hürriyet, 07.03.2001)

Yarattığı Kemalist eylemle 20. Yüzyıl dünya politikalarına biçim veren Türkiye aynı potansiyeli, 21. Yüzyıla girdiğimizde de taşımaktadır. Bugün; Kemalizm ve önümüze zorla konulan YENİ OSMANLICILIK ‘la bir yol ayrımına getirilmiş olan Türkiye; Kemalist yolu seçebilir ve 20. Yüzyıl başında sömürgeciliğe olduğu gibi şimdi de TÜM GERİ BIRAKILMIŞ ÜLKELERE ‘’ küreselleşmeye karşı’’ örnek olabilecek GÜNCEL BİR MODEL oluşturabilir.  Clinton’ın kaygı ve korkusu budur. Bu kaygı ve korku, Türkiye üzerinde Batı kaynaklı global baskıyı arttıracak ve bu baskı, Türkiye’nin Kemalist politikalara yönelmesi oranında radikalleşecektir. 1920’deki Ankara-İstanbul çatışmasının yerini, gizli ya da açık, yumuşak ya da sert;Kemalist-Antikemalist mücadelesi alacak ve bu mücadelenin somut ifadesi olan küresel  güç (başka devletlere, onlar istemeseler bile kendi istediklerini yaptırma) -ulus devlet çatışması derinleşecektir.

‘’ ‘Türkiye’nin gelecekte alacağı doğrultu’’’  konusunda, doğal olarak Avrupalılar da yakın ilgi göstermektedirler. Büyük devlet çıkarlarının kesişme noktasında bulunan ve alacağı doğrultuyla bu çıkarları doğrudan etkileyecek olan Türkiye, bugün dünyada iç işlerine en çok karışılan ülke durumundadır. TÜRKİYE’NİN GETİRİLDİĞİ YOL AYRIMINDA seçmesi gereken yolu, Clinton üstü kapalı olarak gösteriyor ama Avrupa Parlamentosu üyesi ve Türkiye  – AB  Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı  Daniel Cohn-Bendit, bunu açık olarak ve isim takarak yapıyor. Batıyla bütünleşmeye Barselona yolu, Kemalizmin yaşatılmasına ise Bağdat yolu diyor ve şunları söylüyor: ‘’ Her isi yolda mümkündür, her iki yolun da kendi şans ve imkanları vardır. Barselona yolu;  Türkiye için,  geleneksel Kemalist çizginin parçalanması anlamına gelmektedir. Bu durumda Türkiye, Türk devleti içinde Kürtlerin öz yönetimlerini  güçlendirmeyi  de içeren bölgesel  ademi merkeziyetçiliği  ( yani eyalet sistemi veya federal yönetim)  kabul etmek  zorundadır. Bağdat Yolu ise, Kemalist merkeziyetçilik ve otoriteciliğin güçlendirilmesi, böylece Avrupa’dan vazgeçmesi anlamına gelmektedir. ( M. Aydoğan;  a.g.e., s. 82.)  Aslında burada şunu da sormak gerekir; Türkiye AB’ye girmeyi elinin tersi ile itse ve AB konusundaki bütün anlaşmaları iptal ettiğini açıklasa ne olur? Emin olun ki, bütün Avrupa paniğe kapılır. Çünkü Onlar açısından Türkiye ‘’ insanları dahil ’’ ciddi bir ham madde deposu ve pazardır. Asla kaybetmeyi göze alamazlar. Enerji koridorluğu, güvenlik, genç nüfus gibi konuları ise daha adlandırmadık bile. En tehlikeli soru ise şudur  Avrupa açısından; Türkler ya geçmişteki  ONURLU DURUŞLARINI HATIRLAR ve TARİHİ ROLLERİNE YENİDEN DÖNERLERSE….   ABD’nin; AB’ye, Türkiye konusundaki ısrar ve baskılarının gerçek nedeni ve KORKUSU BUDUR aslında; Ya Türkler,  Kuvay-ı Milliye Ruhunu YENİDEN KAZANIR,  haklı olduğu gururlu mazilerini HATIRLAYIVERİRSE…      (Maide Suresi- 54’e layık olmaya çalışırlarsa tekrar, O zaman ne yapar KÜRESELCİLER?)

Türkiye, 28 Şubat Kararları ile yönünü herkesin anlayabileceği doğrultuda KEMALİZM’e döndürmüştür. Ancak Barselona Yolu taraftarları, koşulsuz ABD’ciler, AB fanatikleri öyle tepki gösterip, karşı propagandaya girişmişlerdir ki halen bu faaliyetleri sürmekte, çıktıkları tv programlarında birbirlerini ağırlamaktalar. Oysa, 28 Şubat kararları Milli Güvenlik Kurulu’nun 1997 Şubat ayındaki kararı ile sınırlı bir gelişme değildir. Aynı yıl MGK kararları ile ‘’MİLLİ SİYASET BELGESİ’’ni, Genel Kurmay ile de ‘’Milli Askeri Strateji Kavramı’’nı (mask) değiştirmiştir. Kaynağını Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi olan Cumhuriyetçilik ve Ulusçuluk anlayışından alan bu yöneliş, Küresel Güçleri ve Türkiye’deki BESLEMELERİNİ elbette  çok rahatsız etmiştir. İşte o andan itibaren baskılarda başlamış, giderekte artmıştır. Türkiye Kemalist yönelişte (yani Bağdat Yolu’nda ısrar ettikçe baskılar artarak devam edecektir. Hatırlarsanız Yaşar Büyükanıt’ın genelkurmay başkanlığı engellenmeye çalışılmış, farklı zamanlarda komutana zehirleyerek suikast teşebbüsünde bulunulmuş adeta oturduğu koltuğun bir bacağı eksik bırakılmıştı.)

Atilla İlhan 22 Kasım 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘’Stratejik Ortaklık Neden Öneriliyor?’’ isimli yazısında bu konuda şunları yazıyor:

‘’ ABD Hava Harp Akademisi Türkiye Masası Şefi Albay Michael Robert Hickok, Türkiye’deki yeni yönelişlerden duyduğu hoşnutsuzluğu açık olarak dile getiriyor. Hickok, ‘’Yükselen Hegemon Türk Stratejisi ile Askeri Modernizasyon Arasındaki Uçurum’’ adını vererek yayınladığı makalesinde memnuniyetsizliğini üç konu üzerinde yoğunlaştırıyor;

  1. Kararların Washington veya Brüksel’de değil Ankara’da belirlenmesi,
  2. Diğer NATO üyesi ülkelerde askeri harcamalar azalırken Türkiye’de artması,
  3. Milli Askeri Strateji Kavramı’nın (MASK)  ABD’ye sorulmadan değiştirilmiş olması.

Ankara’daki karar vericiler, belirsiz gelecek konusunda Türk çıkarlarını korumak için, daha aktif güvenlik politikalarıyla ilgilenmekteler. (Türkiye’nin çıkarları açısından doğrusu bu değil mi? Fakat ‘’ oltadaki balık’’ kaçıyor galiba. Ne demişti ROCKFELLER 1954 YILINDA Türkiye için; oltadaki balığın yeme ihtiyacı yoktur.)

Türkiye’nin bölgedeki bağımsız dış politikası komşularının dikkatinden kaçmıyor. Ankara’nın post-Kemalist dış politika denemesi ile Silahlı Kuvvetleri’nin modernize edilmesi ve tüm komşularından daha fazla kabiliyet kazanması aynı zamana denk gelmiştir. Ankara’nın komşularına göre artan gücü, güvenlik politikasının giderek TAHMİN EDİLEMEZ OLMASI, bölgesel istikrarsızlığı artırmaktadır. (Yani sömürgecilerin çıkarlarını bozmaktadır demek istiyor)Türkiye’nin ihtiraslı (yani KENDİ ÇIKARLARINI ve GÜVENLİĞİNİ KORUMA) Ulusal Güvenlik Stratejisi ve KANITLANMIŞ ASKERİ YETENEKLERİ (hiç kimse tahmin edemezdi ama terör örgütünün Türk ordusuna böylede bir katkısı oldu. Günümüz dünyasında ‘’gerilla savaşı’’ yapma becerisine sahip tek askeri güç şu anda sadece Türk Ordusu’dur) bölgede yeni bir jeo-stratejik ve (burası çok önemli) jeo -politik YENİ BİR YAPILANMAYI ZORLAMAKTADIR( Ergenekon denilen Silivri Davaları ile birlikte düşünelim).

Türkiye’nin müttefik olarak gerçek değeri ARTARKEN Ankara daha az güvenilir bir güvenlik ortağı olmuştur ( yani Ankara artık önce ABD çıkarlarını değil Ulusal Çıkarlarını DİKKATE ALIYOR. Bu nedenle GÜVENİLEMEZ ve aynı nedenle Ankara’yı kontrol altında tutacak yeni strateji ve politikalar getirilmeli. Nasıl mı? Adına ‘’sivil toplum kuruluşları veya vakıflar’’ denilen ve Soros’la,Offer’in finanse ettikleri KİRALIK veya SATIN ALINMIŞ KURULUŞLAR  ve  GÖRSEL  veya YAZILI BASIN YOLU İLE).

MASK ile, 1985 yılında ABD İLE BİRLİKTE BELİRLENEN (Turgut ÖZAL ve Kenan Evren’i gel de sevme(!),ne demişti Amerikalılar, 12 Eylül 1980 askeri ihtilali olunca ; ‘’BİZİM ÇOCUKLAR’’ Türkiye’de darbe yapmışlar.)  genel çerçeve değiştirilmiş, NATO ve ABD’nin İNSİYATİFİNE BIRAKILAN KONULAR yeniden ele alınmıştır( şimdi daha kolay anlaşılıyor; Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ’la ilgili halk önündeki itibarlarını sarsacak propaganda ve yayınların,  Ulusalcılık ve Cumhuriyetçiliğe yönelik saldırıların, Çekiç Güç eliyle terör örgütünün beslenmesinin ve Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesinin engellenmesinin nedeni, öyle değil mi?)

Yani, Albay Hickok  – kendi devletinin çıkarları açısından düşünülürse haklı olarak- UYANAN DEV’den rahatsızdır. Türkiye’de ‘’ kırmızı telefon’’la yönlendirilenler artık istedikleri kadar etkili değillerdi.

Cumhuriyetçiliği ve Ulusçuluğu savununlar Türkiye’yi ve Ulusal Onurumuzu başarıyla savunuyorlar. Öyleyse telaşlanıp, paniklemeye hele korkuya hiç gerek yok. Endişe, telaş Albay Hickokların derdi. Biz hep birlikte; ‘’Kendimiz, ailemiz ve Ülkemiz için elimizden gelenin EN İYİSİNİ yapmaya çalışalım. Zaten gerçek MİLLİYETÇİLİKTE BU DEĞİL Mİ?

31 Mayıs 1999 günü İmralı’da yargılanmaya başlanan ve Batılı devletlerce kullanıldığını itiraf eden terörist başı Abdullah Öcalan ilk duruşmada şunları söyledi: ‘’ Türkiye’de 1993’den beri, 1925 yılındaki süreç (1925 yılında Türkiye ile İngiltere arasında Musul ve Kerkük sorunu yaşanıyordu. Türkiye; Misak-ı Milli ve Türkmenler, İngiltere ‘de petrol nedeniyle bu bölgeyi almak istiyordu. İngiltere, Şeyh Sait İsyanı’nı çıkartarak Türkiye’yi bu isyanla meşgul ettiği gibi bir de mesaj vermişti; Benimle mücadele etmek Yunanistan’la savaşmaya benzemez. Sonuçta; Türkiye,  Milletler Cemiyeti kararı ile BÖLGEYİ İngiltere’ye bırakmıştır. Terörist başının kastettiği budur ve mesajı da; Bizi destekleyenler Avrupa’nın güçlü ülkeleridir demek istiyor) gündemdedir. Bugünkü durum Musul ve Kerkük’ün kaybedildiği 1925’ten daha tehlikeli ve daha derindir. Lütfen beni anlayın, anlamanızı rica ediyorum. Türkiye’nin bütünlüğü çok önemlidir… İngiltere geçmişte de Musul ve Kerkük’ü böyle oyunlarla aldı.’’ ( Mümtaz Soysal: ‘’ Savunmanın En Anlamlı Yönü’’,Hürriyet, 02.06.1999).

İleri sürülen görüşler, sıradan gazete haber ya da yorumları değil, Batılı devletlerin günümüzdeki Ortadoğu ve Türkiye politikalarının temel eksenidir. İran’ın denetim dışında kalmasının sıkıntılarını yaşayan Batı, Türkiye’nin kontrolünü de kaybetmek istemiyorlar. Bu nedenle Kuzey Irak ile Türkiye’nin Güneydoğu sorununu küresel boyutta tutmak kararlılığı içindedir( yani; terör örgütünü sadece ABD değil, Onun kontrolünde olmak üzere Batılı devletlerde  kollamakta, yardımlar yapmaktadırlar. Terör örgütünden yakalananlar içinde Almanların çıkması bu durumu açıklayıcı bir örnektir).  Batı çıkarları, bölgeyi ellerinde tutma gerekçesinde  ‘’ petrol yatakları’’ sınırını çoktan aşmıştır.

Türkiye; Orta Asya, Rusya, Orta Doğu enerji kaynaklarının kavşak noktası idi.  Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattından, Nabucco ve diğer projelerden sonra ENERJİ TERMİNALİ haline dönmüştür. 21. Yüz yılın en önemli gündemi olacak olan ‘’ Su Sorunu’’n da önemli avantajlara ve GAP’a sahiptir ( GAP sadece barajlar demek değildir).  AB’nin Türkiye’ye yaptığı Kıbrıs ve Güneydoğu tavsiyeleri,  terörist başı ile ilgili tavrı, ‘’ İslam’la laikliği özdeşleştirme çabaları bu çerçevede değerlendirilmelidir. UNUTULMAMALI Kİ, Batı; somut bir hedefe yönelmedikçe, bu tür politik davranışlar içine girmezler.

Laikliğin, gerçek ve doğru tanımının bir türlü yapıl(a)maması, çözümü basit konularda bile yaşatılan karmaşa, türban sorunu (ilk defa ne zaman başladı? Üstelik gündelik yaşantı da hiç sorun yaşanmıyorken),  başörtüsü niye birilerine dert, laik düzenden kimler rahatsız, ‘’ dinlerin diyaloğu’’ gibi SAÇMA-SAPAN bir söylem nasıl ortaya çıktı? Hem de ABD Başkanı G. W. Bush ‘’Haçlı Savaşları’nı başlattığını söylerken. DİNLERİN DİYALOĞU DEMAGOGU, Haçlı Savaşları’nın Müslümanlara karşı olduğunu bilmiyor mu? Bilmiyorsa, CAHİLDİR. Biliyorsa, NİÇİN  ‘’Onun İslam DAVASINA’’ SAVAŞ AÇTIĞINI AÇIKCA SÖYLEYEN ve SAVAŞAN bir ülkede yaşıyor?  Dedikleri ile yaşadığının bu kadar TEZAT OLMASI TESADÜF MÜ Efendi Hazretlerinin? Türkiye dışında yaşayıp ‘’buraların’’ sorunları ile ilgili ABD’den, İsveç’ten, Fransa’dan çözüm üreten KERAMETİ KENDİNDEN MENKUL büyük (!) fikir adamları kimlerdir ve niçin kendi ülkelerinde yaşayıp sıkıntıları Bizimle PAYLAŞMAZLAR da HARİÇTEN GAZEL OKURLAR?  ‘’Haydi  Gelin ‘’desek gelirler mi?

Türkiye’de; Cumhuriyet, Ulus Devlet, Laiklik niçin hep gündemdedir?  Belli ekranlara neden hep aynı şahıslar çıkartılır ve karşısına farklı görüş savunuyormuş havası verilerek oturtulanlar hep aynı şahıslardır? Başka ülkelerin ULUSAL MECLİSLERİNDE DE  ‘’çift pasaportlu’’ milletin vekilleri var mıdır? Hatta hem Türkiye hem de başka bir ülkenin vatandaşı olup BAKANLIK YAPAN var mıdır? Sizce bu şahsiyetler İKİ TARAFTA DA YEMİN ETTİKLERİNE GÖRE; eğer bir sorun yaşarsak, hangi TARAFta yer alır çift pasaportlular ve ne TARAFta olurlarsa olsunlar,  karşısı için yeminlerini bozmuş olmayacaklar mı? O zaman bunlara ne isim vereceğiz?

Ülkemizde yaşanan gereksiz tartışmalar, boşa geçen zaman hangi devletlerin çıkarınadır, DÜŞÜNELİM.

Türkiye’de 1953’ten bu yana – son 15 yıllık süreç hariç-  ulusal egemenliğimizden, bağımsızlığımızdan, akıl ve ilimden, bilimden, laiklikten uzaklaştırıldığımızı- uyutulduğumuzu- görürüz. Ancak son dönemlerde DİP DALGASI başlamıştır. Milliyetçisi, devrimcisi, öğrencisi, öğretmeni, işçisi, bürokratı, askeri,  milletin temsilcilerinden oluşan bir dalga.  Son dört paragrafı ve bu çalışmanın başlığını birlikte değerlendirirsek; BİRİLERİNİN bu dip dalgasını durdurmaya çalıştıklarını görürüz. NİÇİN bu kadar GÜRÜLTÜLÜ bir ülkeyiz anlaşıldı sanıyorum.