Şu sıralar Show TV’de bir dizi film gösterimde; Bu Kalp Seni Unutur mu?.  1980 yılında 15 –18 yaşlar arasında olan herkesin ilgi ile izlediğini tahmin ediyorum. Hele bir şekilde Halkevleri veya Ülkü Ocakları ile bağı olanlar eminim sadece ilgi ile izlemiyor o günleri yaşayıp, yanındakilere de o günleri – belki hatıralarından bazılarını – anlatıyorlardır.

Senaryosunu Tomris GİRİTLİOĞLU’nun yazması bu dönemi yaşaması nedeni ile isabetli olmuş. Bu dönemi Rıza Müftüoğlu (Copların Askerleri), Tarık Akan (Anne Başımda Bit Var), Muharrem Adıbeş (Eylülde Soldu Bu Çiçekler) yazmıştı. Ancak toplumumuz az okuyup, tv’de seyretmeyi daha çok sevdiği için 12 Eylül 1980 askeri ihtilalinin dizi olarak çekilmesi çok iyi oldu.  Diziyi seyrederken 13 Eylül 1980’den itibaren yaşananları bir defa daha hatırladım: Korkuları, üzüntüleri, ailelerin dramlarını, mahkemeleri, işkenceleri. Neler yaşanmadı ki(?)

— Konsey tarafından çıkarılan ve halka onaylattırılan(psikolojik manipülasyonlarla (= hileli yönlendirme) halka başka bir olasılık bırakılmamıştı) Anayasa ile “12 Eylül komutanlarının YARGILANAMAYACAKLARI” Anayasa’ya konularak KENDİLERİNİ GARANTİYE ALMIŞLARDI. Oysa o dönemi yaşayan herkes şunu diyordu;

Bu kalp seni unutur mu?

— Ülke dışına birçok sanatçı, ilim insanı, sanatçı kaçmak zorunda kaldı. Onların bu ülkeyi ne kadar çok sevdiklerinin ölçütü Kenan Evren ve Konsey üyelerinin düşünceleri idi. Şanar Yurdatapan, Cem Karaca, Selda Bağcan gibi. Hepsi aynı şeyi söylediler;

Bu kalp seni unutur mu?

—Öğretim üyelerinin, devlet memurlarının, sendikaların, üniversite öğrencilerinin, öğretmenlerin siyasi parti üyesi olmaları yasaklanmıştı. Polis ve askerin görevi gereği siyaset yapması zaten yasak. Kime kaldı politika? Varlıklı ama meşgul olacak bir şeyler arayanlar (Cem Boyner gibi), politika kanalı ile devlet yönetiminde yer alıp devlet kaynaklarını HORTUMLAMAK isteyenler (Cem Uzan gibi), veya istediği yere bir türlü gelememiş olanlar (Turgut Özal gibi). Bugün Türkiye’mizin en eski siyasi partisi hangisi bilin bakalım? CHP, MHP, MSP, İP, TKP, AP sempatizanları (= yakınlık duyanları) diyor ki;

Bu kalp seni unutur mu?

Konsey yasalarından birisi de “denge politikası” idi. “Bir onlardan, bir bunlardan” dediler. O kadar abarttılar ki bu vahşi düşünceyi 16 yaşındaki sol görüşlü bir mahkumun bir gecede yaşı 18’e çıkartılıp idam edildi. Kaç kişi idam edildi? Kaç kişi işkenceler nedeni ile sakat bırakıldı, psikolojik ve psikiyatrik sorunluların sayısı nedir kimse bilmiyor?  Ve bütün bunlar ülke için yapılıyor masalı. Oysa daha 4 Aralık 1975’te Milliyet Gazetesi’nde rahmetli Abdi İpekçi “Şeytanın Oyuncakları” ismini verdiği yazısında uyarmıştı YÖNETEMEYENLERİ ve KÖTÜ NİYETLİLERİ. Şöyle yazıyordu: “…Korkunç bir oyun oynanıyor. Şeytanca hazırlanmış bir kurgu var sanki. Ve çok kimse farkında olmadan, bilincine varmadan bu kurguyu geliştiren bir rol üstleniyor. Efendiler! Başlattığınız kutuplaşmanın korkunç bir hata olduğunu kabul edin. Nelere mal olacağını fazla gecikmeden görün”.

13 Eylül 1980 günü yani sadece bir gecede TERÖR DURUVERDİ. Demek ki BİRİLERİ İHTİLALİN KOŞULLARINI HAZIRLAMIŞTI. Bu yazıyı kaleme alan Abdi İpekçi’ye ne oldu biliyor musunuz? Terör onu katletti. Bendeki talihsizliğe bakın; Abdi İpekçi’den bahsederken neyi yaşıyorum bugün biliyor musunuz,  İpekçi’nin katili bugün cezaevinden çıktı. ( Önceden hazırlandığı çok belli bir mizansenle şimdi BİR KATİLDEN, KAHRAMAN ÇIKARTILMAK İSTENİYOR. Seyredin ekranları nasıl esrarengiz, yiğit, cesur, vatansever bir profil çizilecek göreceksiniz.)  Darbe koşulları OLUŞTURULURKEN yaşanan korkular ne olacak? Kaybedilen beyinler, değerler? Hepsi de soruyor;

Bu kalp seni unutur mu?

Darbecilerin “sadistçe” uygulamalarından birisi de onların tabiri ile “iti, ite kırdırma” politikası idi. Karşıt görüştekiler aynı koğuşa DOLDURULACAK, bunlarda birbirlerine girecekler, kavga edecekler (tabii her kavgadan sonra Allah ne verdi ise iki tarafta bayılıncaya kadar dayak yiyecekler). Fakat tutmadı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ifadesi ile İKİ TARAF BİRBİRİNİ TANIDI ve gördüler ki AMAÇLARI AYNI; YÖNTEMLERİ FARKLI İDİ. Hemen koğuşları ayırdılar. Tabii yeni yerlerinde onları gene dayak bekliyordu. Bunlardan birisini Faik İçmeli şöyle anlatır KIRIK KURŞUN isimli kitabında: “Celal Adan’la volta atarken Celal Adan güldüğü için bir asker gelip Onu bütün kuvveti ile tokatlamıştı. Hepimiz milletvekilliği, genel müdürlük yapmış, o askerden en az 15-20 yaş büyük insanlardık. Çok zorumuza gitmişti.”  Amaç bu değil mi idi zaten?

Sadistçe atılan dayakları yiyenler soruyor;

Bu kalp seni unutur mu?

Getirilen Anayasa ve oluşturulan kurumlarla “tornadan çıkan insanlar” hedeflendi. Düşünmeyen, üretmeyen, hesap SORAMAYAN, futbolla uyutulan. Tabii BİLİNÇALTINA VERİLEN KORKULAR. Korkular bilinçaltına öyle işlenmiştir ki, bugün bile devlet memurlarının % 20’si hala SENDİKALI DEĞİL. Eğitimciler arasında ilk sendikalaşma çabalarını başlatan (Eğitim – İş) Niyazi hocamız neler çekti, neler yaşadı. Şimdi soruyor Niyazi Hoca;

Bu kalp seni unutur mu?

Kaçmak zorunda bırakılan öğretim üyeleri, 1402’likler, sanatçılar, kapatılan sendikalar, sonuna kadar sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük arkasına sığınılarak yapılan yağmalar, hortumlamalar, vurgunlar, hayali ihracatlar, sulandırılan laiklik ve ulusalcılık.  Bütün bunların sonunda ne oldu biliyor musunuz? Halk başka şey düşünemesin  diye geçim ve gelecek kaygısına düşürüldü. “Ballı lokma tatlısı” peşindeki kızlarımız, bizzat devlet eliyle sayısı giderek artırılıp insanları peşinden sürükleyen şans oyunları, nasıl olursa olsun ama mutlaka kısa yoldan köşe dönmecilik, “ oynama şıkıdım, şıkıdım”a alıştırılan gençlik, hırsızlara nasıl kazandığını bildikleri halde saygı gösterme, cinsiyetine karar verememişleri her gün bütün kanallara sürerek beyni karıştırılanlar. Yani BİR ŞEY DÜŞÜNEMEZ hale getirilen bir toplum ortaya çıktı. Ve toplumu kalıcı bir konu ile meşgul edecek bir konu buldular: TÜRBAN. Sanki ülkenin hiçbir sorunu yokmuş, ciddi sıkıntılar yaşanmıyormuş gibi gençlik üniversite ile başörtüsü arasına sıkıştırıldı. Ancak türbanı ile günde 12-13 saat sağlıksız, kötü koşullarda ve sigortasız çalıştırılanlardan kimse bahsetmedi. Çünkü onlar gündem oluşturup, halkı uyutmazdı. Sadece türban nedeni ile yurt dışına gitmek zorunda kalan  “genç beyinlerden de” konuşulmadı. Hatta o sıralar Naşide Göktürk Sabah Gazetesi’nde yazacak oldu da ne sıkıntılar yaşattılar ona.

Malzeme yapılan başörtülüler soruyor şimdi;

Bu kalp seni unutur mu?

12 Eylül 1980 askeri ihtilali olunca Amerikalılar birazda şaşırarak şöyle diyeceklerdi; ‘’Duydunuz mu bizim çocuklar darbe yapmışlar’’. Bizim çocuklar dedikleri kimler? Kenan Evren ve konseyin diğer üyeleri komutanlar. Hani Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü vitrin yapan büyüğümüz. Atatürk sağ olsaydı ne derdi sizce? Bildiniz…

Bu kalp seni unutur mu?

Bire bir en büyük acıyı kimler yaşadı biliyor musunuz? AİLELER Gözleri önünde dövülen kızı, oğlu, kocası, karısını İZLEMEK ZORUNDA BIRAKILAN aileler. Kırılan gururlar, ayaklar altına alınan onurlar, darmadağın edilen psikolojiler. Ailelerin bir sıkıntısı da görüş günlerinde sevdikleri ile görüşme garantilerinin olmamasıydı. Düşünün, Erzincan’dan 15-16 saatlik yolculuk yaparak geliyorsunuz ve diyorlar ki, görüş yok. Bu anın üzüntüsünü, acısını Nurullah Tevfik Ağansoy’un karısı kitabında ne güzel anlatır ( Tevfik Ağansoy). Aileler soruyor şimdi;

Bu kalp seni unutur mu?

Birde SÖYLENEMEYEN ancak YAŞANANLAR var. Biliyorsun ki başın her an derde girebilir, alıp götürebilirler seni. Belki de izleniyorsun. Orada neler yaşanıyor görüyorsun ve “Korkuların dağlardan yüce”.  Duyuyorsun; Diyarbakır’ı, Mamak’ı, İstanbul’u. Nasıl normal olabilirsin? Bir defa gidersen ne zaman, nasıl dönersin Allah bilir. Döndükten sonraki yaşamın ne olur peki?. Mesela ne iş yaparsın, geçimini nasıl sağlarsın? Bunlar hep bilinmezliklerdir. Henüz içerde değilsin ama biliyorsun ki, Seninle yakınlık kuranların başlarının belaya girmesi ihtimali çok yüksek. Senin yüzünden neler yaşayacak, muhtemelen. Hakkın var mı buna?              Korumak için Onu; dersin ki, “Ondan uzak durmalıyım”. Ve kendini bile bile yakarsın, sevdiğin yanmasın diye. Üstelik iki metre ötendeyken. Seni beklediğini hissederken.  Gülümserken.  Tek laf etmemelisin. Kendinle, sevginin kavgasında vicdanın galip gelmeli, KORUMALISIN Onu. O bilmeden.

Duyuyorum ki, Kenan Evren ağır hastaymış ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde tedavi görüyormuş.

Şimdi DİYEMİYORUM  Kenan Evren’e;    “Geçmiş olsun”.

BU KALP SENİ UNUTUR MU?