Müslüman ülkeler, bilime ve teknolojiye gereken önemi (VII.-XV. yy arası hariç) verememişlerdir. Günümüzde bilim, sanat, felsefe ve teknolojideki gelişmeleri birkaç lokomotif ülke ( Türkiye, İran ve kısmi olarak Pakistan ) yüklenmiştir. Günümüzdeki dünya düzeninde Müslüman ülkelerde yeni farkına varılan bilimsel gelişmeler hak ettiği yeri henüz istenildiği kadar alamamıştır. Yüzyıllar önce Avrupa’da yapılan yenilik hareketleri İslam ülkelerinde o zamanki İslami anlayış nedeniyle takip edilmemiştir.

Müslüman ülkeler arasında sosyal, ekonomik işbirliği yerine mezhepler ve siyasi çekişmeler İslam devletlerinin çağa ayak uydurmasına engel olmuştur. XV. Ve XVI. yy. da bilimsel, siyasi ve sosyal gelişmeyi ilerletmesi düşünülen Osmanlı İmparatorluğu birtakım yanlış politikalar ve politik hesaplar yüzünden teknolojiye de gereken önemi verememiştir. Bunun sonucunda günümüze kadar uzanan ve telafisi çok zor olan geri kalmışlık süreci yaşanmıştır. Laik devlet anlayışı yerine İslam devleti kimliği arkasına sığınan ülkeler İslam’ın en önemli unsurlarından olan akıl ve bilimsel gelişme ile ilerlemeyi göz ardı etmişlerdir. İslam’ı doğduğu zamanın koşullarıyla kabullenmiş ve hangi zamanda olursa olsun bu anlayışı sürdürmüşlerdir.

Bugünün koşullarına bakacak olursak hiçbir Müslüman ülke bolluk yıllarında bile kişi başına düşen milli geliri 3500 dolardan yukarı çıkaramamıştır. Sömürgeciliğin halen artarak devam ettiği, güçlünün güçsüzü yok ettiği dünya düzeninde Müslümanlar birlik ve beraberlik anlayışı içinde hareket etmezlerse sonları diğer güçsüz ülkelerden farklı olmaz. Türkiye, ABD’nin Orta Doğu haritasını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek için harekete geçtiği bu zamanda atacağı adımlarla, hem Yeni Dünya düzeninde büyük rol oynayacak hem de Müslüman ülkelerin güç kazanmasına önemli unsur olacak.

Pakistan ve Türkiye’nin bilim ve sanayileşme alanında yaptığı yatırımlar düşünülmez ise Müslüman ülkelerde petrolden elde edilen gelirlerin İsviçre ve ABD bankalarında toplandığı görülür. Petrolden para kazanan ülkeler bunu israf ekonomisine harcamaktadır.

Oysa Somali, Uganda, Etiyopya gibi sürekli açlık tehlikesinin olduğu ülkelere veya kendi ülkelerinde sanat ve bilime harcansa Müslüman ülkelerin kalkınma süreci hızlanır.

Bilim ve teknolojiye, sanat ve felsefeye yatırım yapılmamasının nedeni Müslüman ülkelerdeki egemen güçlerin ve ailelerin ‘’ Yönetme güçlerini’’ kaybetme korkuları olabilir.

Aşiret anlayışı ve ağalık sistemi şıhlık geleneği devam etsin diye Doğu ve Güneydoğu Anadolu milletvekillerinin kendi bölgelerine devletin yatırım yapmasını engelledikleri ( böylece halk cahil kalacak, yol olmadığı için medeniyet, okul olmadığı için uygarlık gelemeyecek böylece güçleri devam edecek ) düşünülürse geri kalmış ülke yöneticilerinin de aynı yönetim felsefesinde olduklarını tahmin etmek güç değildir.

X.yy. da ki İslam dünyasında ( Abbasiler ) İbn-i Rüşt felsefesi hâkimdir. Bu felsefede rasyonalizm, realizm görüşleri temel alınmış, din biliminin hizmetine sunulmuştur. Kur’an-ı Kerim ve Hadisler bu uygulamaya izin vermiştir. Ancak Gazali felsefesinin Abbasilerin son dönemlerinden itibaren yanlış yorumlanması ve uygulanması XV. yy. İslam âleminde sanat, edebiyat ve felsefede, dolayısıyla genel kalkınmışlıkta, önce duraklama, sonra gerilemeye neden oldu.

Bu sırada Avrupa’da ( XI-XVIII. yy. arası ) üniversitelerin açılması, Rönesans, Reform, Aydınlanma çağı aşamaları ile bilim çok gelişmiş, 18. yüzyıl sonlarında Sanayi Devrimi gerçekleşmiştir.

XI.- XX. yy. arası İslam kültür tarihine baktığımızda her türlü gelişmenin sadece Türklerin sırtına kaldığını görüyoruz ( XIII. yy. İran arada görülür ). Oysa Avrupa uygarlık ve medeniyeti bütün Avrupa toplumunun ortak ürünüdür. Türklerin zayıflaması İslam uygarlığının da zayıflamasına neden olmuştur. Kültür ve uygarlığın sadece Türklerin sırtında kalması XV. yy.’ dan itibaren geri kalmanın tarihi temel nedeni olarak görülebilir.

Günümüze gelirsek, tarihi etkenler yanında 1960’dan itibaren Pakistan ve Hindistan hariç ‘’ çalışma isteği ve araştırma merakının’’ Müslüman toplumlarda yönetenlerce, yönetilenlere ÖZELLİKLE empoze edilmemesi, İngiltere, Fransa, ABD, S.S.C.B. gibi ülkelerin kasıtlı bir yanlış eğitim yöntemi olarak Müslüman ülkelerde ezber, günlük hayatta hiçbir yararı olmayan bilgilerle çocukları donatıp OYALAMALARI, öğrenmenin bilgi bombardımanı şeklinde verilmesi ancak günlük hayatta kullanılabilir yöntemlerin tercih edilmemesi geri kalma faktörlerinden birkaçıdır.

Müslüman ülkeler arasında kültürel, sosyal, ekonomik işbirliği yerine mezhepler ve siyasi çekişmeler, karşılıklı gelişmeyi engelleyici propagandalar, silahlanma yarışı faktörlerdir.

Bugünün koşullarıyla durumu ele alırsak son 20 yılda dünyada yoksulluk da eşitsizlikte arttı; KÜRESELLEŞME, artan yoksulluk ve eşitsizliğe yeni bir ivme kazandırdı. BM verilerine göre 7.3 milyarlık dünya nüfusu içinde en yoksul yüzde 5’lik kesimin toplam dünya üretiminden aldığı pay, 15 yıl önce yüzde 2.3 iken şimdi 1.4’e gerilemiştir. Aynı dönemde en tepedeki yüzde 5’in dünya üretiminde aldığı pay yüzde 70’ten yüzde 85’e yükselmiştir.

Amerikan işgal kuvvetlerinin Ortadoğu’nun haritasını toptan değiştirmek üzere kolları sıvadıkları bugünlerde dünyada neden kalkınmış tek bir Müslüman ülke bulunmadığını düşünmek çok da zor olmasa gerek.

Türkiye’nin bu karmaşık dünya düzeni içinde yapacakları, dünya düzenine yön verecek en önemli etkenlerden biri olacaktır. Başka ülkelerin Türkiye üzerindeki hedeflerine ya karşı koyacağız ya da ilmi araştırmaları, felsefeyi, KENDİ DİLLERİNİ KORUMAYI, bilimi ikinci plana atarak boyun eğmek zorunda kalacağız.

Bilim ve sanat artık Avrupa ve ABD’nin tekeli olmaktan çıkıp tüm dünya ülkelerin refahı ve huzuru için kullanılmalıdır. Her dönemde Avrupalılar Müslüman ülkeleri karşı karşıya getirmek için türlü oyunlar düzenlemişlerdir. Kendi ulusal çıkarları açısından bakarsak yaptıkları doğrudur ve oyunların çoğunda başarılı da olmuşlardır. Artık geçmişten ders çıkarılıp yarınlara yön verecek adımlar atılmalı, Müslüman ülkeler kendi gençliğine sahip çıkıp, bilim, sanat, felsefeye gerekli desteği vermeli, Ulusal dillerini Fransızca, Almanca ve İngilizcenin işgalinden kurtarmalıdırlar( çünkü bir insan hangi dili konuşursa o kültürle düşünür).  Bu alanlarda YAPTIRIMLARA ve YATIRIMLARA yönelmelidir.

Coğrafi keşiflerle yağmacılık, sömürgecilik, emperyalizm şimdi de küreselleşme yani globalizmde elbette yatırım ve yaptırım kolay değil. Fakat 1919 da Türk Ulusu’nun ATATÜRK’ÜN liderliğinde o zamanki bütün emperyalistleri yenerek YOLU AÇTIĞINI HATIRLATIRSAK…