İnsan doğuştan gelen özelliği gereği sahip olduklarının hep daha iyisinin peşinde koşar. Hangi eğitim veya zeka düzeyinde olursa olsun böyledir bu. Kendi çapında hep en uca kadar gitmek ister.

İşte bu yeteneği;  Onun, SAHİP OLDUKLARININ DEĞERİNİ  “kendi duygusal veya hayatla ilgili mücadeleleri içinde’’ UNUTMASINA, hele hazır bulmuşsa bazı şeyleri, umduğundan veya razı olduğundan DAHA İYİSİNE SAHİP OLMUŞSA değerini bil(e)memesine neden olur.

Sonra da der ki,  “Ah Ben bunları mı görecektim, Ben bunları hak ettim mi, bunlara mı layıktım?’’. Hatta Yusuf  Hayaloğlu’nun bir şiirinde söylediğini söyler düşünmeden’’ Biz, hiçbir sinemaya vaktinde yetişemedik ki’’. Şikayet  edecek, sızlanacak,  haksızlık yapacaktır. Oysa sahip olduklarının değerini bir anlasa insan, daha iyiye yönelse her şey ne güzel olacak. O zaman hayata da sövmeyecek, etrafındakilere de küsmeyecek, kadere de söylenmeyecek…    Bir genç düşünün; babasına hafif tepeden bakıyor, mecbur kalmadıkça onunla konuşmuyor bile. Neden? Çünkü babasının eksikleri var, onlar olmasaydı gencimiz nelere sahip olacaktı, neler yapabilirdi…

Ona şunu sormak lazım; Sağlığı yerinde olmayan baban sigara ortamında yıllardır her gün on dört saat çalışıp, günde beş, altı saat uyuyor, rahat etmen için. Yıllardır iki işte çalışıyor. Yani elinden geleni yapıyor Senin için. Eksikliklerini görüp ondan daha iyisini beklememelisin, yapamaz. Beğenmediğin tarafları sana nankörlük hakkı verir mi?

Genç kızlarda genellikle her şeylerini bilen ancak o istemezse paylaşmayan annesine böyledir. Niçin? O ilkokul mezunu, ona göre cahil.  Kendisi,  lise belki üniversite mezunu. Hepsi bu. Bir bilse annesi neler yaptı onun için?  Dayak yedi kocasından,  kızına kıyamadığı için bırakıp gidemedi.  Birilerinin iğneli sözlerine katlandı.

BİR ANLASA GENÇLER, EN BÜYÜK ŞANSLARI ANNELERİ OLMASI, daha da güzeli, babalarının da olması. İsterseniz Çocuk Esirgeme Kurumu’na sorun, ne demek bu?

Masumca yapılan hataların önemi yoktur ancak ukalalık, nankörlük, değer bilmezlik hakkı yoktur hiç birimizin; çocuğumuza, eşimize, baba ve annemize karşı Şunu bir koca asla dememeli’’ daha ne yapayım, çalışıyorum ya sizin için. Ömrümü verdim daha ne istiyorsunuz?’’. Bunun karşılığında karında seninle birlikte bitirmedi mi yıllarını?  Beraber harcadınız hayatlarınızı. Benzer konuşmaları kadında yapmamalıdır. Edilirse bu tür laflar pek çok şey kırılıp, dökülmüştür etrafa.

En iyisi nedir biliyor musunuz? Herkes karşısındakini eksiklikleri ile değil güzellikleri ile görecek. Dikkat edin ‘’ bakacak’’ demedim özellikle. GÖRECEK…

Türkiye’de ortalama okul bitirme seviyesi ALTINCI SINIFTIR. Bu seviye Avrupa’da on birinci sınıftır ve toplam kaliteleri de birbirlerine yakındır. Bizim gibi toplam seviyenin altıncı sınıf olduğu toplumlarda özellikle çalışan kadınlarımızda; anne, baba ve eşlerle ( özellikle yolun başında) ilişkilerde sıkıntılar çok fazladır. Zaten cahil gözü ile birazda tepeden bakan kızımız  (BİRİNCİ HATA ) artık para da kazanıyor. Babası yedi yüz lira aylık alırken o tam bin iki yüz lira kazanıyor. Eve de takviye yapıyor. Babası gururlu, sıkıntı çekti, çok çalıştı onun için,  ama değdi. Kızımızın hayali iki, üç sene civarında evlenmektir. Kiminle? Kısmet…

Oh nihayet evlendi, o da çalışıyor ancak kendisinden biraz az maaşı.  İşte orada yeni bir tavır getirdi kızımız; daha çok kazanıyorum, patron benim! (İKİNCİ HATA).Oysa hiç kimse’’ birisi benim patronum olsun’’ diye evlenmez. Alt kültür ve alt ekonomiden gelen kızımız büyümüştür (!).Razı olduğundan daha iyi bir çocukla evlenmişse, bazı şeyleri ‘’ emek vermeyip’’ hazır bulmuşsa BİRAZ DAHA BÜYÜR (!) ( ÜÇÜNCÜ HATA).

Büyür ve tepeden bakar; kocasına, annesine, babasına. Çünkü kaldıramamıştır beklediğinden daha iyisine sahip olmayı, dırdır, ukalalık, yukarılarda dolaşan burun, kapris bitmez hiç. Ben böyle istiyorum, Benim dediğim gibi olacak derken KAYBEDİVERİR birçok şeyi… Şaşkın ve kızgın ama nereye gidecek?  Annesine tepeden bakmıştı, babasına züppelik yapmıştı, kocasını bıktırmıştı sonradan görmeliği ve güç gösterileri ile. Bütün bunlar GEREKSİZDİ fakat şimdi ANLIYORDU. İtirafta edemiyordu. Büyüdüm demişti,  FARKEDİYORDU küçülmüştü, KAYBETMİŞTİ…

Gidebileceği tek yer var, Annesinin yanı. Onları hiç dinlememiş, cahil kabul etmişti. Her şeyi kendisi biliyordu…    Şimdi GÖRÜYORDU kendisinin bildikleri annesi ve babasının unuttukları kadar.

Her şeyi kabullenmek, razı olmak anlamında değil ancak arada sırada kendinize sormalısınız; nelere sahipsiniz, bunları kaybederseniz ne olur, bunları kaybetmeye DEĞER Mİ?

Hep daha iyiyi aramalısınız; daha iyi ev, daha güzel araba, daha lüks yaşam, hep daha iyisi.  FAKAT   SAHİP OLDUKLARINIZIN DEĞERİNİ UNUTMADAN.

TAKINTILARINIZ NEDENİYLE ‘’ bir defa yaşayacağınız’’ bu dünyada YAKINLARINIZDAKİLERİ zorlamayın.

İyi ki annem ( ve babam)  var deyin, Onlar olmasaydı,  nelere sahip OLAMAZDINIZ düşünün.

Çocuklarınızın yaşamınızdaki önemini FARK EDİN, umutlarınız, hayalleriniz.

İyi ki O var deyin, neleri paylaşmıştınız, paylaşıyorsunuz hala.

Ve ŞÜKREDİN…

HER ŞÜKÜR DE ‘’ kalp gözünüzün ‘’ biraz daha açıldığını, içinizin her defasında biraz daha aydınlandığını HİSSEDECEKSİNİZ.

YAŞAMANIN ve SAHİP OLDUKLARINIZIN KEYFİNİ SÜRÜN…