Çok da fazla sayılmayacak zamanlarda mektuplaşmak diye bir bağ vardı insanlar arasında. En özel olanların paylaşıldığı. Bu nedenle herkese de yazılmazdı. Hele özelin daha özeli, önemlinin daha değerlisi ise yazılanlar kolayca kaleme alınamaz, günlerce kurgulanır, her sözcük taranıp, tartılır, düşünülür öyle kaleme alınırdı. Gene de gönderdikten sonra ‘’ keşke, ….. yazsaydım’’ denilirdi.

Son yirmi yılda bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de cep telefonlarının hızla yaygınlaşması ile MAHALLENİN SEVGİLİSİ postacı da posta arabaları da unutuluverdi. Aslına bakarsanız cep telefonu iyi bir buluş. Hele mesajlaşabilmek ayrı bir kolaylık. Peşinden internetle elektronik posta geldi. İnsanların iletişimleri daha da kolaylaştı. Fakat sanki bir şeyler eksildi. Çalakalem, o anda aklına ne gelirse yazılıveren cümleler. Özellikle elektronik postada TÜRKÇEYİ KATLEDEN kısaltmalar. Kısa, kesik- kesik, ACELECİ. Tam da günlük yaşamdaki koşuşturmaya uygun, nefes- nefese. Öksürük gibi.

İşte eksik, yavan, tatsız- tuzsuzmuş gibi olması buradan geliyor. Yani aceleyle yazılıvermesi.     Oysa mektup böyle değildir. Samimidir. Her cümlesi özenilmiş, sözcükler seçilmiş, sindire- sindire dökülmüştür kâğıdın üstüne. Bu nedenle edebiyatın bir yazı türü dahi olmuştur.

Niye özen ister bir mektup? Çünkü yazılacak kişiye göre değişir başlayış biçimi de, cümlelerin kurgusu da. En önemli mektuplar hangileridir derseniz; Bana göre, ‘’ oğulla annesi, âşıkla maşuk arasındakilerdir. Bunların arasındaki sıcaklık, ince mesajlar, aralara –farkında bile olmadan- serpiştirilen sevgi ifadecikleri ve hiç bitmesini istemeseler de sona gelinen mektuptaki final sözcükleri ne kadar içten, özlenmiş, ısıtan ve KATIKSIZDIR.

Şöyle bir düşünün; Okuması için; ANNESİ,  KUCAĞINDAN 500- 600 kilometre ötedeki bir şehre üniversiteye göndermiş oğlunu. Neler yazar sizce mektubunda? Aç kalır mı, ya geceleri üstünü açarsa, parasız kalırsa… Yanında Bende yokum… Daha dün elinden tutup okula götürüyordu, şimdi nerelere gidiyor. Tabii sonunda DUALAR, DUALAR. Gözler biraz nemli, hatta birazdan fazla. Fakat içi gururla dolu. Çünkü üniversiteye gidiyor. Adam olacak BENİM OĞLUM. Gururunda haklıdır ANNE.

Mutlaka bir şeyden daha bahseder ‘’Gözbebeğine’’  yazarken; ‘’hele bir gel okul tatil olunca, en sevdiğin yemekleri yapacağım sana ‘’ cümlesi. İşte bu cümle bütün hasreti, şefkati, sevgiyi kapsar. Çünkü yapılan iş aslında yemek yapmak değildir anne için.

Ve,  dönüş günü yaklaştıkça Annenin heyecanı da, sabırsızlığı da, hazırlık telaşı da başlar. Ama kimselere demez, kendi kendisine yaşar. Ne için diyemez? Çünkü ONUN ANNESİDİR.  Ve bilir ki, ne kadar açıklamaya çalışsa ya yeteri kadar anlatamaz veya diğerleri anlayamaz.

İşte tam bu nedenle  ‘’BİR ÇOCUĞUN EN BÜYÜK ŞANSI’’ annesinin olması, ‘’ daha büyük şansı’’ ise  iyi eğitim görmüş bir anneye sahip olmasıdır. Ve, çalışan anne daha fazla emek vermiştir çocuğuna. Çünkü  ‘’ Müdürüne minnet etmek, müdür yardımcısına selam vermek zorunda kalmıştır ‘’ çocuğunun hatırına. Sırf iyi davransın, aç kalmasın diye bakıcının kaprislerine, şımarıklıklarına tahammül etmiştir. Hasta olduğunu bildiği halde birilerine bırakıp gitmek zorunda kalmıştır, ayakları geri- geri gitse de…

Oğlunun geliş vakti yaklaştıkça sabırsızlığının da, heyecanının artmasının nedeni de budur aslında. Şimdi hasat zamanı, Ürününü rüzgâra savurup, seyretmek vaktidir. Yıllarca oturup birlikte ders çalışmışlar, okula beraber yürümüşlerdi. Hele ilkokula başladığı günü unutabilir mi? Ne de yakışmıştı MAVİ ÖNLÜK,  Bebeğine.  Bütün çocukların en güzeli, Kendisininki idi. Anadolu lisesini kazandığında nasıl sevinip, havalara uçmuşlardı, sanki dün gibi… Üniversiteyi kazandığını internetten öğreninceki hallerine ne demeli. Nasılda gururla, mutlulukla sarılmış, öpmüş, öpmüştü Oğlunu. Şimdi işte bütün bu güzellikleri yaşatan oğlu geliyordu.

Sabırsızca ama beklemek zorunda kalarak hazırlık yapmak, oğluna bütün heyecanını belli ederek anlatmak hep ‘’UĞRAŞTIK, ÜZÜLDÜK, ÇALIŞTIK ama DEĞDİ’’ demenin KEYFİYDİ.

Anne bunları yaşa(ya)mayan birisine nasıl anlatabilir ki, anlatsa da anlar mı karşısındaki Sizce?

Birde nazlılar vardır. Bütün nazını, özlemini, hasretini ve bunların hırsını sevdiğinden çıkaran Mektuplar.

Bazen öfkelenip bağırıp – çağıran ama aynı anda karşısındakini üzmemek için işveleşen Mektuplar.

Bazen de karşısındakinin özlemini daha da ateşleyip Kor’a döndüren cilveli Mektuplar.

Şirin’in derdini duyan Ferhat’a Amasya’nın dağlarını deldiren Mektuplar.

Ucu yanık, yârin kokusunun kâğıda sindiği bu nedenle koklanan, istenen Mektuplar.

Zamanın akıp, koşulların değiştiği, ‘’dönüşü olamayan’’ Mektuplar. Bu nedenle tükenip giden ömür gerçeği ile ‘’sadece’’ DOSTÇA YAZILMIŞ fakat VEFALI ve NE ZAMAN, HANGİ KONUDA OLURSA OLSUN yanında olacağını söyleyen Mektuplar.

‘’BİLİYORUM,  Ne zaman istesem hep yanımda olacaksın. Bu nedenle kendimi hep güvende hissediyorum’’       yanıtını ve Selamını parmaklarının arasındaki sigarasından derin nefesler çekerek BEKLEYEN Mektuplar…