Milletsiz devlet olmaz,
Devletsiz millet olmaz,
Devlete saygısızlık olmaz.

(Necip Amca)

Yukarıdaki sözü ATV televizyonunda Esra Erol’un programına konuk olan Necip amca 05. 10. 2018 günü saat 17.40’da söylemişti. Tek başına yaşıyor ve yaşamını ” ördüğü çorapları satarak” sürdürüyor.
Eğer siz yardım niyetiyle fazla çorap satın alırsanız size çorap satmaz. Çünkü yardım kabul etmez. Fakat elindekileri ” sessizce ” paylaşır..

Yüzlerce yıl önce 13. yüzyıl sonlarında Şeyh Edeb Ali’de Osman Gazi’ye şöyle nasihat etmişti kaynaklara göre:

” İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın
Bundan sonra gayret Senden
Dualar, destek Bizden ”.

Aradan geçen yedi yüzyıllık zamana rağmen aynı ” tasavvufi felsefe ”.
Ülkü Ocakları’nın kurucularından olan Dr. Devlet Bahçeli 06 Temmuz 1997 yılında MHP Genel Başkanlığına seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmalarından birisinde şöyle demişti: ”MHP’nin sokakta işi yoktur. Ben ülkücüleri ellerinde bilgisayar, bilgiyle donanmış gençler olarak görmek isterim ”
Kendini iyi yetiştirmiş, – hangi meslek olursa olsun- mesleğinde çok iyi olan, yabancı dil bilen insanlar; Önce kendileri sonra aileleri nihayetinde devlet ve milletleri için çok kıymetli değerlerdir, hazinedirler. Bunu demek istemişti. Felsefe gene aynı; Millet – devlet bağı.
Hatırlarsınız belki Nobel bilim ödülü alınca BBC, Aziz Sancar’la röportaj yapmıştı. Röportajı yapan İngiliz gazeteci – elbette kasıtlı olarak – ısrarla Ondan ” Kürt” olarak bahsetmek istemiş Aziz Sancar müdahele ederek ” Beni; Türkiye Cumhuriyeti bütün olanaklarını kullanarak okuttu” demişti. Bu ifade ile Atatürkçü düşüncede ulusçuluk görüşünün ” ırk, dil veya bir dine mensubiyete dayanmadığını” çok güzel anlattığı gibi İngilizlerin PROPAGANDA hedefini de boşa çıkarmıştı..
Covid-19 pandemisi çıktığında ABD’deki ” her alandan” bilim insanı adına konuşan ve Habertürk televizyonunda Afşin Yurdakul’un HT 360 programına bağlanan ABD’de bir üniversitede öğretim görevlisi olan konuk ” eğer Türkiye isterse ihtiyaç duyulduğu anda oradaki çalışmalarını ayarlayarak” Türkiye’ye gelebileceklerini açıklamışlardı.
Keza Biontek aşısını bulan Özlem Türeci ve Uğur Şahin, Alman hükümeti ve kurucu ortaklarından oldukları şirkete ” aşının gönderilmesinde Türkiye’ye öncelik tanınacak koşullar” koydurmuşlardı.
Bu örnekleri artırmak çok kolay elbette. Verdiğimiz örneklerin hepsinde de Şeyh Edeb Ali’den Necip amcaya, günümüze ” devletsiz millet, milletsiz devlet olmaz” anlayışının Türk Ulusunda çok güçlü devam ettiğini, Ülkeye hizmetin illa asker veya polis olmakla yapılmadığını göstermekte. Mesleğimizde ” en iyi” olmaya çalışmak, ” elimizden gelenin en iyisini yapmak ” devletimize ve ulusumuza en iyi hizmettir, en güzel milliyetçiliktir.
Aslında bu yazının sonuç kısmında yazılabilecek yukarıdaki cümlelerden sonra ” birazda çuvaldız” zamanı..

Türkiye açısından ” rakibi ” ( ABD, Rusya Federasyonu, İngiltere, Fransa) evimizde beklemek yerine Onun beklemediği uzaklarına hamle yapmalıdır ( Türkiye’nin; Avrasya politikası ve Afrika açılımında olduğu gibi). Onlar elbette Size karşı hamleler yapacaklardır ancak sizi evinizde beklerken göreceklerini zannettiklerinden bir müddet sonra yaptıklarınız karşısında önce tedirgin olacaklar sonra endişeye kapılacaklardır.
Nitekim ABD ve AB’nin Türkiye’ye uzun zaman önce başlattıkları ” gizli ambargo” ve ABD’nin TÜSİAD üzerinden Türk iş insanlarına yazdığı mektup bunun göstergesidir. Türkiye’nin ABD’ye verdiği yanıt ABD’yi daha da kızdırdı.. Türkiye’nin yanıtı üzerine ABD,Türkiye’ye F-16 ile ilgili koyduğu şartları, ambargo tehditlerini duyurdu. Türkiye bu şartları reddettiğini açıkladı.
Üçüncü bin yılda Türkiye her alandaki mücadelelerini; güçlü ekonomi, güçlü maliye, güçlü teknoloji, güçlü ordu (Atatürk’ün Milli Ekonomi ilkesi) EN ÖNEMLİSİ kendi insanı ile yapabilir.
Günümüz Müslüman toplumlarının ” bir türlü anlamadıkları” gerçek şudur: Günümüzde Cihad; silahla yapılamaz. Cihad; ilim ( araştırma), bilim ( öğrenme), eğitim, en değerlisi kadınların bu alanlara katılması, teknoloji ve ekonomiyle yapılabilir.
Kadınlarını bu alanların dışında tutan bir toplum; nüfusunun çok önemli bir bölümünün katkılarından, kadınların zeka ve yeteneklerinden yararlanmıyor demektir.
Dünyanın en büyük fabrikalarını kursanız, en gelişmiş teknolojilerini kullansanız, dünyanın en donanımlı okullarını, üniversitelerini açsanız, en gelişmiş teknokentlerini kursanız bile; buraları kullanacak, insanlarınızı yetiştirecek, teknolojiye hakim, gerekli bilgi birikimindeki insanlar ( çalışanlar) SİZİN YURTTAŞLARINIZ DEĞİLSE gerçekte hiç bir şeye sahip değilsinizdir.
Nitekim Rusya Federasyonu’nun Akkuyu Nükleer Tesisi’nin ikinci aşaması inşaatına geçilince buradaki Türk firmasının sözleşmesini FESHETMESİNİN nedeni budur. Kaba inşaat değildi burada önemli olan, bu kolay- basit işti.
Asıl stratejik olan ikinci aşama. Çünkü Türk mühendisler nükleer enerji ve nükleer tesisle ilgili ” kendilerini geliştirecekler”. İşte anlaşmaya rağmen Rus firması Türk mühendislerinin çalışmalarını ENGELLEDİ. Amaç açık; Türkler bu bilgileri öğrenemesinler. Yapılan anlaşmaya göre İKİNCİ AŞAMADA TÜRK MÜHENDİSLER ÇALIŞACAKLARDI, Rus firma UYMADI.
Konu Putin’e havale edildi… Türkiye bu konuda ne yapıyor henüz bil(e)miyoruz. Uçtan uca savrulan gündem nedeniyle konu bir anda gündemden düşüverdi..


Türkiye; bulunduğu coğrafya, Osmanlının devamı olan bir devlet olması, binlerce yıllık geçmişi ile sahip olduğu bilgi birikimi, tecrübe ve kültürü, Balkanlar, Kafkasya, Afrika’daki kültürel etkisi ve nüfuzu, Ulusun her türlü bilgi ve gelişmeye açık düşünce biçimi v.d. özellikleri nedenleriyle ” Türklere bırakılamayacak kadar önemli’, değerli ” olarak kabul edilmiştir.
Kimler tarafından?
Coğrafi keşiflerden sonra ( XVI. yüzyıldan itibaren) İngiltere, İspanya, Hollanda, Fransa, Portekiz.
Sanayi Devrimi’nden sonra (XVIII.’dan itibaren) İngiltere, Fransa, Rus Çarlığı, Prusya İmparatorluğu.
1. Dünya Savaşı’ndan sonra ( 1914 – 1918 ) İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya İmparatorluğu, ABD.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra ( 1939 – 1944, 2. Dünya savaşının başlangıcı olarak 1939 denilse bile gerçekte İtalya’nın 1935’te Habeşistan’ı işgali ile savaş başlamıştır) ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa, Almanya.
Sovyetler Birliği’nin dağılıp ABD’nin tek süper güç kalması ile başlayan Globalizm (küreselleşme) dönemi ile birlikte şu anda da devam ettiği gibi ABD, İngiltere, AB ülkeleri (özellikle Almanya ve Fransa, İtalya), Rusya Federasyonu, Çin.
Anadolu, Türklere bırakılamayacak kadar değerli bir coğrafya olarak görüldüğü için Türkiye Cumhuriyeti sürekli sorunlarla uğraştırıldığı gibi iç müdahaleler her zaman yapılmaya çalışılır ki, genellikle başta ABD, Rusya Federasyonu, ingiltere’nin MÜDAHALELERİNDE BAŞARILI OLDUĞU İTİRAF EDİLMELİDİR.
Bu konuda ABD ve Rusya Federasyonu’ndan sadece dış politikada örnek verelim:
ABD; Kıbrıs konusunda Rumları, Ege’de Yunanistan’ı, Suriye’de pyd terör örgütünü, Karabağ’la ilgili Azerbaycan- Türkiye’ye karşı Ermenileri desteklemekte..Ve Türkiye ile NATO üyesi iki devlet..
Rusya Federasyonu; Suriye konusunda İran’la birlikte pyd terör örgütünü ve Beşir Esad’ı, Karabağ konusunda Azerbaycan’ın daha da güçlenmemesi için Ermenistan’ı desteklemektedir. Bu arada her fırsatta Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin güncellenmesini(!) istemekte..
Ancak Türkiye; 1975 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası uygulanan ABD ambargosu ile başlayıp günümüzde TERÖR ÖRGÜTLERİNE AÇIKÇA VERİLEN DESTEKLERE, arada çıkartılan siyasi müdahaleler, iç kargaşa,15 Temmuz Kalkışması, ekonomik engellemeler kısaca ” HER ŞEYE RAĞMEN ” istediğimiz ölçü ve anlamda OLAMASA BİLE ciddi anlamda gelişmeyi, kalkınmayı başarmıştır.
1975 yılında ASELSAN’ın kurulması ile HER ALANDAKİ KALKINMA VE SANAYİLEŞME ÇALIŞMALARI ” yeniden ” başladı. Ekonomi, maliye, sosyal alanlarda, sanayide kalkınma hamleleri ” Devlet politikamızdır”, o tarihten günümüze bütün hükümetlerin ve konu ile ilgili özel kurumların, Türk ulusunun ORTAK BAŞARISIDIR.

Bugünden itibaren Türkiye ( diğer Müslüman ülkeler göre daha iyi durumda olmakla birlikte) Kızlarının okullaşma oranını daha da yukarıya çıkaracak, kadınlarının Ülke çalışma hayatı ve çalışma ekonomisindeki yerini yükseltecek çare ve tedbirleri geliştirmelidir.
Kadın cinayetleri bütün dünyanın ortak sorunudur. Medeni, uygar kabul edilen ülkelerin dahi en önemli sorunlarının başında KADIN CİNAYETLERİ GELMEKTEDİR. Çocuk gelinler ve çocuk damatlar sosyal sorunu özellikle zorunlu öğrenim süresinin on iki yıla çıkarılması, ilgili yerel yöneticilerin okullaşma konusunu çok ciddi takip etmesi ile çok azalmışsa bile henüz sorun özellikle geleneksel düşünceler nedeniyle bitirilememiştir.
Türkiye dahil bütün İslam toplumlarında siyasiler ve dini cemaatlar- vakıfların SANKİ BÜTÜN SORUNLARINI ÇÖZMÜŞLER, BÜTÜN PROBLEMLERİNİ BİTİRMİŞLER DE BAŞKA KONU YOKMUŞ GİBİ kadınların kıyafeti konusunu gündemde tuttukları, özellikle örtünme konusunu istismar ettikleri AÇIKTIR. Bunun temel nedeni siyasi çıkar yani oy hesaplarıdır..
Tarikatlar açısından ise konu daha farklıdır. Türkiye için söylersek ” kadınların örtünme biçimine göre” hangi tarikata mensup olduğu anlaşılabiliyor… bu durum örtünmenin aynı zamanda biçimsel olarak ” sanki üniforma” gibi algılanmasına neden oluşturmakta; bu bizden, bu değil…
OYSA MESELELERİ ÖRTÜNME İSE KUR’AN AYETLERİ YETERLİ… Nur 31 ve 60. ayetler, Araf- 26, Nahl- 5, Ahzab- 35 Benim bildiğim konu ile ilgili ayetler. Bu ayetler dışında kim ne söylerse söylesin..
Sadece Türkiye’de değil bütün Müslüman toplumların ” ortak sorunu ” Kur’an-ı Kerim’i okuyup- anlamak yerine ” sevap kazanma” makinesine dönüştürmeleridir.
İlk gönderilen ayetin Alak suresinin ” İkra ( oku) ayeti ” olması, peşinden ikinci gelenin ”Kalem” suresi olmasının verdiği mesajı özellikle XVI. yüzyıldan itibaren Müslüman toplumlar ANLAMAMIŞLAR veya gereken ilgiyi göstermemişlerdir. HALBUKİ KİTABIMIZ SÜREKLİ; OKUMAYI, ANLAMAYI, DÜŞÜNMEYİ, ÖĞRENMEYİ HATIRLATIP, ÖĞÜT VERİYOR.
Şu gerçeği bir türlü anlamadık, anlatamadık: İslam’la bilim birbirlerinin yardımcısı, yoldaşıdır. Bununla ilgili Kur’an-ı Kerimimiz yeter. Anlayarak okumak şartıyla…

Bir dönem devlet politikası olan ” her şehirde bir üniversite” politikası – Bana göre – o dönemde doğruydu.
Şehirleri dışında başka bir yerde kızların üniversiteye gitmelerinde yaşanan ve görülen sıkıntıları bitirmek, üniversitenin açıldığı şehirdeki ekonomiyi canlandırmak- geliştirmek, farklı şehirlerden gelen gençlerin üniversitede toplanmaları ile kültürel harmanlamayı sağlamak gibi hedeflerle açılmıştı üniversiteler.
Ancak bu politika yerine ” her şehire meslek yüksek okulu – her şehirde meslek liseleri sayısını artırma” politikasına geçilmelidir. Çünkü tabiri caizse bu kadar fazla ” beyaz yakalıya” ülkenin ihtiyacı yok. Ülkemizin ihtiyacı olan ” mavi yakalılardır”. Yani teknisyen ve teknikerlere, ara elemanlara .
Türkiye’de genç işsiz oranı TÜİK BİLGİLERİNE GÖRE % 26’dır. Bunun anlamı dört gençten birisi işsiz demektir. Öbür taraftan da kalifiye eleman sıkıntısı yaşanmakta. Bu nedenle yurt dışından tekniker ve teknisyen gelmekte.. Çok sayıda özel sektör firması sanayi bölgeleri ile anlaşarak ” kendi teknik personelini kendileri yetiştirmekte”.


Türkler sakin bir millettir. Gelişmelere, yaşananlara,değişimlere tepkileri o kadar yavaştır ki, tanımayanları daima şaşırtırlar.
Krizlere müthiş dayanıklıdırlar.Yenilikleri yaşamlarına ağır ağır kabul ederler.Fakat aynı şekilde değişim(ler)e ikna edilmek şartıyla inanılmaz açıklardır.
Vatan sevgilerini çok farklı şekillerde gösterirler hatta başka toplumlar Türklerin vatan sevgisi ile ilgili tepkilerini ” abartılı” bulurlar.
En uçta ” ladini ” gözükeni, dine en ilgisizi veya en dindarının birbirlerine en yakın tepkileri- hangisi olursa olsun- bir inanca veya inanana saldırı olursa tepkisini hemen gösterir.
Türklerin sayı bakımından çok büyük çoğunluğu Müslümandır. Ancak Türk’ün müslümanlığı Araplardan da, Farslardan da farklıdır. Çoğunluğu müslüman olmalarına rağmen ” dinin gereklerini yapmak” bakımından aynı özeni göstermezler.
Neredeyse her Türk’ün kendine özgü Müslümanca yaşama üslubu vardır diyebiliriz. ”Senin dinin sana, Benim dinim bana ( Kâfirûn suresi-6) ” ilahi emrinin samimi inananlarıdırlar. Bu anlayış ve yaşam biçimleri nedeniyledir ki, İslam aleminin güneyinde Eşarilik yayılmış,Kuzey’de daha yaygın olarak ( İstanbul’dan Orta Asya’ya doğru) Ahmet Yesevi – Maturidilik – Ebu Hanife sentezi bir anlayış hakim olmuştur.
Bu anlayış sentezi sonucu akıl- bilim Türklerde daha fazla değer verilen kavramlardır. Kuzey müslümanlığı bilimle daha yakındır. Bunun bir sonucu olarak (1910’larda İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin dediği gibi) Güney müslümanları ” bir şeyhi satın alarak” kolayca sömürgecilerin/emperyalistlerin egemenliğine girdikleri halde Kuzey müslümanları çok uzun yıllar Rus Çarlığı veya İngiltere’nin kontroluna girmemişlerdir. Hatta hiç girmemişlerdir diyebiliriz çünkü İngiltere ve önce Rus çarlığı sonra Sovyetler Birliği egemenliğine- kontroluna giren kuzey müslümanları ( ve Türkler) buldukları her fırsatta bağımsızlık mücadelelerine başlamışlardır ki, günümüzde de böyledir.
Türkler her gün devleti eleştirirler. Hatta ” Ben olsam…. yapar meseleyi kökünden hallederim” derler. Fakat ” Devlet çağırdı mı hemen giderler ” . Hani kızıyordun deyince ”O devlettir, çağırınca gidilir” derler.
Bu neden böyledir?
Çünkü bilinen yedi bin yıllık bir geçmişleri vardır. Yaşanan iyi-kötü, acı-tatlı, zafer-yenilginin ” genetiklerine ” etkisidir.Aslında dini anlama ve yaşama anlayışları bile bu genetiğin sonucudur. Her toplumsal gruptan, her nesilden Türk insanını ” mistik” devlet anlayışına sahip görür, buluruz. Bu durumda İslam’ın şüphesiz kesin bir etkisi vardır.
Liderlerine çok bağlıdırlar, yeterki ikna edilsinler.Liderlerinden çok zor vazgeçerler. Bunun bir sonucu olarak günümüz Türkiyesinde insanlar fikir, poje, planlarına bakmaksızın oylarını siyasi partilere DEĞİL, genel başkanlara verirler.
Bu konuya girmişken; İlber Ortaylı hocamızın değişiyle ” Türk tarihine baktığımızda şunu görürüz: Her memlekette lider yetişmez. Fakat Türkler tarihin akışını değiştiren, büyük tehlikeleri önleyen çok lider yetiştirmişlerdir.Her asırda büyük bir lider yetiştirdiklerini tarihe bakarsak görürüz. Bunun son örneği de ATATÜRK’tür.O çok ender görülen siyasetçi, mareşal ve devlet adamlığını şahsında bütünleştirmiş bir dehadır, yöneticidir ” . (İlberORTAYLI: ATATÜRK, Kronik yayınları, İstanbul, Aralık 2017)
Ne yazık ki, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki iki kutuplu dünyada ABD’nin Truman doktrini peşinden Marshall yardımı, Sovyetler Birliği’nin Türkiye politikasından duyulan endişe sonucu girilen NATO ( NATO demek ABD demektir, ” konu ne olursa olsun” ABD politikalarını ” itirazsız kabul etmek ” özellikle silah sanayisi ve tarımda ABD pazarı olmak demektir) .
NATO’ya üyelikten sonra Türkiye sürekli olarak yıpratılmıştır. 2022’de ABD ile Türkiye arasında yaşanan ve ortalama 1998’lere dayanan ” sorunlu ilişkilerin ” nedenini yukarıdaki paragrafta kolaylıkla fark edebiliriz. Türkiye ” her türlü” engellemeler ve müdahalelere, ”beynimizin içine kazınmaya çalışılan ” ABD çabalarına ve propaganda çalışmalarına rağmen ”Kendisine biçilen role ” apaçık karşı çıkmaktadır.
Bugün ABD ile Türkiye arasında yaşanan ” bilek güreşidir ”. Önceki satırlarda ismini zikrettiğim ABD’nin TÜSİAD’a yazdığı ve Türk iş insanlarını hedef alan mektubu ( 23 Ağustos 2022 tarihinde basına yansıdı),

F-16 satışı ve modernizasyonu ile ilgili şartlar ileri sürmesi,
Türkiye’nin ŞANGAY görüşmelerine katılmasına karşı çıkması,
Türkiye’nin BRİCH toplantılarına gözlemci olarak katılmasına bile karşı çıkması.
Buna karşılık;
Türkiye’nin gönderilen mektuba sert karşılık vermesi,
F 16 ile ilgili şartları reddetmesi,
ŞANGAY toplantılarına ( Rusya’nın daveti ile) katılacak olması
” Bilek güreşi”nin GÖRÜNEN yansımalarıdır.


Türkler belki de geçmişlerindeki ” yarı göçebe” yaşantı ve oba – oymak- boy biçimindeki sosyal yapının bir yansıması veya toplumsal bilinçlerinde bıraktığı İz’le ailesini, soyunu, şanını önce sülalesine sonra ” hemşehrilerine” emanet ederler.Hemşehri ( hemşehrilik kültürü Türk toplumunun şehirlere göç etmelerinden – yerleşmelerinden sonra ortaya çıkan ” aşiret anlayışının ” şehirleşmişbiçimidir) ve/veya akrabalarla ilişki bizim ( kişisel vekültürel anlamda) ” adli sicil kayıtlarımızdır” .
Bütün Türkler soyuna, aile geçmişine önem verirler. Ancak HEPİMİZİN EKSİK, YANLIŞ BİR ÖZELLİĞİ bu bilgileri yazmayız. Bu nedenle hepimizin geçmişimizle ilgili bildiği yüzelli çok nadir olarak iki yüz yıl gerisidir.
Soya- sopa bağlılık duygusu nedeniyle siyasi düşünceleri farklı olsa bile her Türk kavmiyetçidir, ulusçudur.Fakat bu düşünce ne Almanlardaki ” üstün ırk” ne de Yahudi kültüründeki ” seçilmiş millet” anlayışlarındaki gibidir. Soy kırımcı veya gayri insani değildir.
Böyle olsaydı beş yüz yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Türkiye dışındaki topraklarda bugün Sırplardan, Hırvatlardan, Osmanlı egemenliğindeki bölgelerde yaşayan Araplardan, Berberilerden ve dillerinden günümüze hiç bir şey kalmazdı..Türk’ten başka ulus, Türkçe’den başka dil, İslam’dan başka din olmazdı..
Türklerin çok değerli özelliklerinden birisi de askerlerine besledikleri ” sevgi”dir. Askerine ”Mehmetçik” der. Mehmetçik; Küçük Muhammed anlamına gelir.Gündelik hayatta karşılaştıkları veya tanıdıkları subay veya astsubaylara ” komutanım” diye hitap ederler. Oysa kimse onlara böyle bir telkinde bulunmamıştır.
15 Temmuz Kalkışması ” bir an için ” duygularında tereddüde neden olmuşsa da kalkışmayı polisle birlikte gene askerlerin bastırması, Hendek operasyonları, Zeytin dalı ve Barış Pınarı operasyonları Ulusun ” bir anlık tereddüdünü ” silmiştir( 15 Temmuz Kalkışması’ndaki ” SİYASİ AYAK İZLERİ” nin yeterince incelenip ” gereğinin yapılmadığı” ile ilgili toplumdaki kanaatin devam ettiğini konudan bağımsız olarak belirtmeliyim).
Operasyonlara giden askerlerimize ANNELERİN evlerinde yaptıkları yemekleri göndermeleri, kışlık bere, çorap, eldiven örmeleri, askeri konvoyları uğurlamaları Mehmetçiğe duyduğu sevginin en sıcak, naif örnekleridir.
Türkiye devleti ordusu kadar sanayisi ile de güçlü olmak zorundadır. Ancak asla unutulmaması gereken gerçek şudur; Yerli sanayi kurabilirsiniz ancak yerli ve milli sanayicilerimiz olmazsa olmaz…
Osmanlıdan bakiye ” yerli sermaye” olmadığı için bu anlamda Türk sermayesi dünya ölçeğinde güçlü sayılmaz. Liberalizm, küreselleşme derken bu gerçek unutulmamalı ve bir an önce ” yeniden” Milli Ekonomi İlkesi ” anlayışına uygun politikalar geliştirilmelidir.
Bu anlamda” yerli teşebbüs” korunmalı, desteklenmelidir. Stratejik nedenlerle aynı anlayış Türk tarımı ve köylüsü içinde geçerli olmalıdır. Bu anlamda Türk köylüsü Marshall Yardımı’ndan bu yana ” olması gerektiği gibi” korun(a)mamıştır…

SONUÇ

” Başka Türkiye yok ”. Anadolu topraklarını kimse bize hediye etmedi; İstiklal Savaşı yaparak sahip olduk, ANADOLU TOPRAKLARI BİZİM VATANIMIZDIR.
Vatansızlığın nasıl bir eksiklik olduğunu günümüzde en iyi herhalde Filistinliler ve Suriyeliler bilir.
Necip amca çok isabetli söylüyor; ” Devletsiz millet olmaz, Milletsiz devlet olmaz, Devlete saygısızlık olmaz ”.
Tarihin her vaktinde olduğu gibi bugünde Türkiye’de kiralanmış beyinler, satın alınmış kalemler, kişisel çıkarları için Türkiyemizin – insanlarımızın zararına aklınıza gelebilecek ” her fenalığı-kötülüğü ” yapanlar vardır. Geçmişte vardı, bugün var, yarın da olacak..
Orta Asya’dan Anadolu topraklarına kadar tarihin her döneminde Türk devletlerinin rakipleri, düşmanları eksik olmamıştır. Bugün de var, gelecekte de olacak.
Yapılması gerekenleri biliyoruz. Kişisel olarak; kendimizi iyi yetiştirmek, mutlaka meslek sahibi olmak, üretmek. Kendimiz, ailemiz, Ülkemiz için elimizden gelenin en iyisini yapmak.
DEVLET YÖNETİCİLERİNİN YAPMASI GEREKENLERDE BELLİ. Unutulmamalıdır ki, devlet yöneticilerinin hata yapma hakları yoktur. Devlette atama yapılırken siyaset yerine liyakat ve ”adaleti tesis etmek ” asla vazgeçilemez düsturlardır.
Türkiye’deki yabancı bankaların ekonomideki mali değeri ” Türkiye ekonomisini kontrol etmek bakımından” stratejiktir. Ülke içinde yerli bankaların ekonomik değeri ve sahip oldukları mali güçleri yabancı bankalardan daha fazla olmalıdır.
” Ticaret zenginleştirir, sanayi kalkındırır ” . Türk sanayiciler ve yerli üretim daima korunmalıdır. Türkiye’ye yabancı sermayenin gelmesine ve Türkiye’de yatırım yapmasına ”karşı değiliz”. Ancak serbest piyasa koşulları, tam rekabet ortamı gibi gerekçelerle yerli firmalar ve yerli üretimi korumaktan hiç bir zaman vazgeçilmemelidir. Sanayileşmiş devletlerin yaptıkları da budur. Yerli sanayiciyi oluşturmak zor onları korumak zorunlu, stratejik bir politikadır.
Devlet hazinesinin ” emanet olduğu ” hiç bir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.
Türkiye’de NATO’ya girişten bu yana Türk tarımı ABD’nin müdahaleleri ile karşılaşmıştır. Tahmin edilebileceği gibi bu engellemeler ABD çiftçisinin lehine Türk tarım üreticilerinin zararına olmuştur. Mesela afyon üretimini Türkiye’de sonlandırmak isteyen ABD 1971 yılında zamanın başbakanı Süleyman Demirel’den istediği sonucu alamadı ve bir müddet sonra Türkiye’de 12 Mart 1971 askeri muhtırası yaşanıverdi, Başbakan Süleyman Demirel istifa etti.. Bilinenin aksine Süleyman Demirel hükümetleri dönemlerinde Türkiye – ABD ilişkileri her zaman sorunlu olmuştur. Afyon ekimi konusunda ABD hiç bir zaman Türkiye’den istediği sonucu alamamışsa da en azından ” sınırlı afyon ekimi” kararını çıkarttırmıştır..
Benzer durum kenevir ekimi içinde geçerlidir. Bütün dünyada afyon, kenevir, buğday, arpa, mısır, pirinç, şeker pancarı, mercimek ” stratejik ürünler” kabul edilir. Şu anda yaşanmakta olan Ukrayna – Rusya Federsyonu savaşı bu ürünlerin stratejik değerini daha da arttırmıştır.
Bu nedenle tarımda devletin yaptığı teşvikler daha da çoğaltılmalı, ” köylerin hızla boşalmasının önüne geçecek’,’ gençlere yönelik teşvik paketleri çoğaltılıp, hemen uygulamaya geçirilmelidir. Zaman ” paramız var ki alıyoruz” denilecek kadar ön görüsüzlük vakti değildir.
Unutulmamalıdır ki, ” tankı, uçağı, füzeyi yiyemezsiniz…” .

Anadolu çoğumuzun zannettiğinin aksine su kaynakları bakımından zengin bir coğrafya değildir. Bu nedenle Su’yun kontrolu ve tarım açılarından GAP ( Güneydoğu Anadolu Projesi) ve DAP’ın (Doğu Anadolu Projesi) önemi daha da stratejik hale gelmiştir. Şu ana kadar bütün engellemelere rağmen Türk tarımını kontrol etmeye çalışan güçler özellikle terör örgütünü kullanarak DAP ve GAP’ın tamamlanma süresini uzatmaya muvaffak oldular. Bu anlamda başarılı olmuşlardır ancak ” DURDURAMADILAR” , bu manada da Türkiye başarılıdır. Ancak gidilecek yol var…
Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Anadolu toprakları dünden miras, geleceğe emanettir. Ülkemiz bu bilinçle yönetilmelidir.
Özellikle 15 Temmuz Kalkışması’ndan sonraki çabaları, çalışmaları, başarıları kısaca ”emekleri nedeniyle” bahsedilmeleri ” üzerimize borç olan ” JÖH ( Jandarma Özel Harekât), PÖH ( Polis Özel Harekât), KORUCULARIMIZ, ÖZEL KUVVETLER diğer adıyla BORDO BERELİLER’in adları zikredilmeden olmaz.
Özel Kuvverler’e Bordo Bereliler de denilmesinin çok hoş bir nedeni vardır. Özel Kuvvetler’in kurucularından olan ve Ergenekon davaları sırasında yurt dışında görevdeyken savcılıktan çağrı alınca istese gelmeyebileceği halde gelip teslim olan – Yurda dönünce tutuklanacağını biliyordu- ve cezaevine atılıp, burada kalp krizinden vefat eden(!!!) ( ente- resandır birçok defa yaralandı ölmemişti, düzenli spor yapan, daima fit, kendine çok dikkat eden Kozinoğlu cezaevinde kalp krizi geçirmişti… ) KÂŞİF KOZİNOĞLU Trabzonluydu iyi bir Trabzonspor taraftarıydı.. Bu nedenle kurulan özel birliğe BORDO – MAVİ renkleri seçmişti .
15 Temmuz sonrası devletimiz içindeki fetöcüleri temizledikten sonra yapılan bütün operasyonlar, harekâtlar sürekli başarılı oldu, oluyor. Demekki daha önce fetöcüler terör örgütüne operasyonlar öncesi bilgi veriyorlar, biz de ” dağa-taşa kurşun atıp – bombalayıp ” dönüyormuşuz.
MİT’te tıpkı JÖH, PÖH, BORDO BERELİLER ve KORUCULARIMIZ gibi övgü ve gururla kendilerinden bahsedilmesi gereken diğer kurumumuzdur.
Özellikle yapılan kanun düzenlemesi ile ” yurt dışında operasyon yetkisi ” verilmesinden sonra başarılar peşpeşe gelmekte.
Kuzey Irak ve Suriye’de yaptıkları çalışmalarla terör örgütü SÖZDE üst düzey yöneticileri sürekli yok ediliyor. En son 30 Ağustos günü bir kelle daha alındı, ”Büyük Zafer”’i süslediler.
Şunu kolaylıkla söyleyebiliriz: MİT; TESBİT ETME- iZLEME- PLANLAMA – VAKTİ GELDİĞİNDE YOK ETME çalışmalarında ve yerel ajanları kullanmada ÇOK BAŞARILI. Görevleri gereği açıklayamasalar da ” eğer yaşanmışsa ” bütün teşkilat mensubu şehitlerimize rahmet diliyor, gazilerimize saygılarımı arz ediyorum.

Hiç düşündünüz mü Cumhuriyet neden 29 ekim günü ilan edildi? Neden 27 veya 28 ekim değilde 29 Ekim?
Mondros Ateşkes Antlaşması 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmıştır. Bu cümleden sonra yanıtı Sizlere bırakıyorum.
Yanıtınız; sömürgeci- emperyalist devletlerin ve ” içimizdeki beslemelerinin ” Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk nefretlerinin de cevabıdır.
Büyük Taarruz ve Başkumandan Meydan Savaşı 30 Ağustos 1922’de şanlı bir zaferle bitti. Türk Ulusu ağustos aylarında kazandığı zaferlerine bir büyük zafer daha ekledi. Bu yıl 100. zafer yılımızı kutladık.
29 Ekim 2023’te Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlayacağız. Nereden nereye diye baktığımızda ciddi gelişmeler yaşandı, büyük ilerlemeler kat ettik. Ancak kesinlikle yeterli sayılamaz. Her anlamda ” güçlü Türkiye” mücadelesi devam edecek.