Biz altı kişi; çok uzun zamandır “eskimeyen” dostlar olarak arada bir toplanırız. Ne konuşuruz hiç belli olmaz. Kafamızda bir mevzuda yoktur. Kendiliğinden çıkar o günkü sohbet konusu. Bazen Ülkeyi kurtarır, bazen “ne olacak şu Trabzonspor’un hali” deriz. Hepimiz belli yaşlara gelmiş, farklı işlerde çalışan, çok şeyler görmüş, yaşamış insanlarız. Hepimizin anlatacak hikayeleri vardır bu nedenlerle.

Dün gene toplandık her zamanki Yer’de. Hayır! Bu ifade yanlış oldu; Yerimizde. Böyle diyorum çünkü hep burada toplandığımız için dükkan sahibi de, çalışanlar da hepimizi tanır, bir şey sormadan yerimizi gösterir, çaylarımızı “Biz söylemeden” getirirler, boşalan bardakları alıp, sormadan tazelerler çaylarımızı.

Selamlaşmalar, sarılmalar, yüksek sesli gülüşmeler falan, derken oturduk çocukların gösterdiği yere. Aradan bir zaman geçtikten sonra garson çocuk; elinde tepsi, üstünde çaylarla geldi masaya, sırayla çaylarımızı bırakmaya başladı. Ama ne çay. Sanki “beni soğutmadan için” diyor. Abarttığımı zannetmeyin bardağın üstünden dumanlar ağır-ağır yükseliyor. Hele bir rengi var ki, yok böyle bir kırmızı, “ustamız” öyle şahane ayarlamış demi ile suyunu.

Kızılcahamamlı Ahmet: “Ooo, Çaylar şahane görünüyor” demekten kendisini alamadı. Zonguldaklı dostumuz Sedat: “Bu çay insanın ömrüne ömür katar arkadaş. Şu görüntüye bak” diyerek Onu destekledi.

Konuşmasına bayıldığımız hele “r” harfini söyleme biçimine hiç doyamadığımız ( ama hiç birimizin “r” sesini Onun gibi hoş, sevimli söyleyemediği) Rizeli Orhan “Bakın millet” dedi. “Bu çay var ya, bir aileye benzer; “Hoş” bir aileyi de anlatır, “huzursuz” bir evi de.

Urfalı İbrahim Halil : “Nasıl yani?” dedi merakla.

Hepimiz; Onun anlattığı “darbı mesel”leri (**) can kulağı ile dinlerdik. Yüksek kültürünü, mutasavvıf tarafını iyi bildiğimiz dostumuz Orhan gene müthiş bir ders verecek, anlatımını her zaman yaptığı gibi Bizi meraklandıracak bir soruyla bitirecekti.

Bugünkü konunun “çay” olacağı belli olmuştu.

Konu ne olursa olsun; mevzudaki duruma göre her zaman çok iyi ayarladığı, Bizimde kıskandığımız ses tonlaması yeteneği ile “Anlatayım da dinleyin o zaman” dedi ve başladı konuşmaya: “Çay bardağının alt kısmına koyduğumuz “dem” ANA’dır. O olmadan çay olmaz. Yaşadığı güzel ve hoş günler, sıkıntılar, yıllar Ana’yı DEMLEMİŞTİR. Bu Nedenle Onun fikirleri, tavsiyeleri çok değerlidir.

Dem’in üstüne döktüğümüz sıcak su “GELİN”dir. Çay, su dökülmezse sadece demle çok acı, sert olur. İçene keyif vermez. Fakat sadece su da çay olmaz. Bu nedenle Gelin; Dem’in kıymetini bilmeli, Dem’de, sıcak suyu takdir etmelidir. En iyisi ikisinin de ölçüyü tutturmalarıdır. O zaman çayın lezzeti kaçmaz.

Çay’a attığımız şeker “TORUN”dur. Hani atalarımız demiş ya “evlat sermayedir; torun, onun kazancı”. Torun; aileye neşe getirir, ortamı tatlandırır. Dedeler, nineler vaktinde hayat gailesi, yaşam kavgaları nedeniyle yeteri kadar yaşayamadıkları hatta gelenekler nedeniyle gösteremedikleri “sevgi”yi torunlarında yaşarlar. Bu nedenle onlara çok düşkün olur hatta bir müddet göremeyince “Siz gelmezseniz gelmeyin, Bana torunumu getirin” derler çocuklarına.

Çayın demini, suyunu, şekerini koyduk, sırada bunları “karıştırmak” var. Bunu neyle yaparız? Kaşıkla. İşte çayın kaşığı “GÖRÜM-CE”dir. O arada bir gelir “karıştırır” çayımızı. Kızlar; evlenip, uzun yıllar önce “Baba evi”nden ayrılmış olsalar bile duygusal olarak hep Baba evine bakarlar, GÖRÜRLER.

GÖRÜM-CE değimi tıpkı tamga-cı ( damga-cı), yargu-cu (yargıç), sav-cı ( savcı) gibi Orta Asya Türkçesinden günümüze ulaşmış sözcüklerden birisidir.

Ne demiştik? Görüm-ce’nin bir gözü hep babasının evinde olduğu için O, ” görüm”lük yapar ve Çay’ı karıştırır. Toparlar evin içini, etrafını. Bu nedenle hane içinde farklı bir ağırlığı vardır. Fakat bazen kendini kaptırıp, “fazla” karıştırır, iyi niyetli olsa bile… İşte o zaman sıkılır çayı bekleyen… Görümce genellikle ne yaptığını fark eder, bırakır karıştırmayı. Niyeti bilindiği için çoğunca Ona kırılma veya alınganlık yaşanmaz.

Dem, sıcak su, şeker, kaşık bunların hepsi “BARDAK”ta toplanır. Bardak “OĞUL”dur. Oğul olmadan bunların hiç birisi bir araya GELEMEZ. Bu nedenle bardak çok önemlidir, değerlidir.
Ancak Oğul “Ben OLMAZSAM Sizin ne öneminiz var” diye düşünüp, ukalalık yapmamalıdır.. Bardak “kalın” olursa, kaba bir tarzı varsa, çay malzemeleri “ne kadar kaliteli” olursa olsun “İçene” keyif vermez.

Bu nedenle Oğul; aklına estiği gibi davranmamalı, ağzına geldiği gibi konuşmamalı, görgüyü, nezaketi UNUTMAMALIDIR. Unutursa; aileye maddi zararlar verebileceği gibi, kişisel ilişkileri de olumsuz etkiler.

Çay içmenin keyfini en güzel “ince ve zarif görünümlü” bardak verir.
Ne kadar dikkatli olursak olalım; Çay’ın, bardaktan döküldüğü “AN”lar olur. İşte bu An’lar; aile içinde bazen gerçekten çok önemsiz, basit nedenlerle yaşanan sıkıntılardır, problemlerdir”.
Orhan Abi şöyle bir durdu, etrafına bir bakış attı, gülümseyerek sordu:
“Söyleyin bakalım uşaklar, çay nereye dökülür?”
Manisalı Atabey sanki bu soruyu bekliyormuş gibi “tabağa” diye yanıtladı hızlıca.
“Doğru” dedi Orhan Abi. İki – üç saniye bekleyip, devam etti: “Çay, tabağına dökülür. Tabak; “BABA”dır.
Baba; her şeyi görür, bilir. Ancak “vakti gelinceye kadar” bekler. O; Dem’in çok veya az konulduğunu, Su’yun bardaktaki miktarını, Kaşığın durumunu, Bardağın kalın mı – ince mi olduğunu BİLİR. Velhasılı kelam (***) ETRAFINDAKİLERE SÖYLEMESE DE her şeyin FARKINDADIR.
Baba; bekler, dökülenleri toplar, problemlerin etrafa “sıçramasını” önler… “.
Konuşmasına kısa bir “suskunluk” vakti ekledi Orhan Abi .
Hikaye bitmiş, soru geliyordu.
“Şimdi Sizlere bir soru :
“Atalarımız, “kayın-ata veya kayın-baba, kayın-ana” ifadelerini kullanarak hane büyüklerini niçin “kayın” ağacına benzetmişlerdir?”.

(*) TEŞBİH: Sözcük manası : Benzetme.
TANIMI: Bir olayı; konu ile ilgisi olmayan bir hikaye ile anlatmak, açıklamak.
(**) DARBI MESEL: Kelime anlamı: Örnek vermek.
TANIMI: Kıssa’dan Hisse diye de ifade edilir. Bir konu ile ilgili teşbih yapılarak insanlara ders verme.
(***) VELHASILI KELAM : Kısaca, lafın özü.